Nihayet hapishanelere güneş doğdu

Nihayet hapishanelere güneş doğdu

Nuran Yıldız nuran@nuranyildiz.com

Ne zaman geçmişe doğru gitsem. Zihnimde hep eski bir kaset döner. Dayımın teybe taktığı kasetten bir adamın acılı sesi yükselir:

"Hapishanelere güneş doğmuyor..."

Türküyü dinleyen, 6 dayımın içinde en haylaz olanıdır. Yok, hapishaneye falan düşmedi ama aile hep o korkuyla yaşadı.

Suç işleyecek biri değildi, sadece fazlaca delişmendi.

12 Eylül sonrasıydı. Pop müziğimizin en sessiz yılları. Biz Laura Brinigan'dan "Self Control" eşliğinde tepinirken, dayımın "hapishanelere güneş doğmuyor" ezgisini dinlemesine anlam veremezdim.

Zaman geçti. Tepinmekten durulmaya geçerken, Neşet Ertaş'ı da anlama başlıyordum...

Sonra. Durulmanın olgunlaşma (!) evresinde. Ülkemdeki hapishane gerçeklerini fark ediyordum.

Sonra. Hapishanelerin sadece suçluların kapalı tutulduğu yerler olmadığını, bir o kadar da suçsuzların içerde olduğunu öğrenmeye başladık.

Kafamda zonklayan şey, çocuk hapishanelerinde, çocukların yaşadığı korkunç durumlardı. Halâ ve hep aklım orada bir yerde neler olduğunda.

Sonra. Bir anda. Hapishanenin dizi film platosu oluverdiğini okudum. Hem de en medyatik hükümlüsü Deniz Seki sayesinde.

Adalet Bakanlığı'nın açıklamasına göre dizi çekimi için "Tutuklulara değil, hükümlülere izin verilmeye" başlanmıştı.

"Ohh" deyiverdim ve telefona sarılıp dayımı aradım: "Hadi gözün aydın" dedim, "Hapishanelere güneş doğacak nihayet!"

Anlamadı tabii, anlattım.

"Dayıcığım" dedim, "artık hapishanelerde dizi film çekilebiliyor."

"Eee?" dedi, yine anlamadı.

"Eeesi" dedim, "Artık hükümlülerin dizide oynamalarına izin verilecek. İster misin şimdi her koğuşta 'Bu tarz benim" yarışmaları başlasın, şöhret olup kurtulma umutları artsın."

Dayım da demez mi, "İyi de yeğenim, hapishanelerde zaten program çekiliyor."

"Nasıl yani?" dememe kalmadı, dayım "Baksana Dilber Ay hep parmaklıklar ardından konser veriyor" demesin mi?

"Dayıcım ama o stüdyo" diyecektim ki, sustum.

Müzik programı için hapishane dekoru yapan bir ülkede, dizi için neden hapishaneye gidilmesindi ki...

Espri bir yana. Madem hükümlüler için izin var, yapımcılar köşeyi döndü.

Ne suçlu rolü için ne de hapishane dekoru için para ödeyecekler.

Güneşin doğmasını bekleyen onca hükümlü, dışarda bu kadar yardımsever bir Adalet Bakanlığı varken...

Sadece. Adalet Bakanlığı'nın uyuşturucudan hükümlü Deniz Seki'ye gösterdiği bu yardımsever tavrını, bu konularda oldukça hassas olan, Yeşilay için ciddi emek sarf eden Cumhurbaşkanı Erdoğan ve eşi nasıl karşıladılar, merak ediyorum.

İŞİNİ AŞKLA YAPAN BİR ADAM: ERDOĞAN AKTAŞ

Eski, çok eski dostum Erdoğan Aktaş, CNN Türk'ün Genel Müdürü oldu. Yolu açık olsun.

Erdoğan'la, ANAP Kongresini yorumlamak için çağrıldığım "Yakın Plan" programında, NTV'de tanışmıştık. Sanki 100 yıl kadar önce gibi...

Ağzı olanın konuştuğu değil, konuların gerçek uzmanlarının ekranlara çağrıldığı günlerdi.

Erdoğan "Yakın Plan"ı NTV'de bırakırken, sanki bir çocuğunu geride bırakmış gibi üzülmüştü. Hiç unutmadım.

Bazı programlar bazı insanlarla anılır. "Yakın Plan" ve "Erdoğan Aktaş" öyleydi.

Erdoğan Aktaş'ın üç şeye büyük aşkla bağlı olduğunu bilirim;

Beşiktaş'a. Üç çocuğuna. Haberciliğe.

Bunların dışında her şeyin yerini başka bir şey alabilir onun hayatında.

Bu üçü dışında her şey ikame edilebilir.

LUCESCU EFSANESİ

Hep onu istedi büyük kulüpler.

Getirdiler. Gönderdiler.

Yine de onu istemeye devam ettiler.

Ama Lucescu onlara geri dönmeyi hiç istemedi.

Çünkü ülkemiz futbolunu çözmüştü.

Medya maymunu olmak tarzı değildi.

Başkan yalakalığı yapmaktan hoşlanmıyordu.

Soytarılık yapmayı sevmiyordu.

Takım içinde kendisine yakın olan ve olmayan futbolcu ayrımı yapmıyordu.

İş disiplini vardı.

Takımı kötüyse "süper takım" demezdi.

Spor medyasının karanlık odalarında dolaşmayı sevmezdi.

Şimdi. Onu getireceği vaadiyle seçim kazanan başkanlar var.

Ama o yine de isteksiz görünüyor. Gelecekse de ağır şartlar ileri sürecektir.

AKLIMDA KALAN

"Bir otel ne işe yarar?" sorusu: Hizmet sektörü akıl sınırlarını zorluyor ya. Otelcilik de öyle. İstanbul'un en bilindik, uluslararası otel zincirlerinden birinde konakladım. Bir tadilat sesiyle uyandığımda saat 02.50 idi! Durum sıra dışı olduğundan acil bir şey vardır, birazdan biter dedim, bekledim. Sabah 6'ya kadar sürdü azap. Uyku sıfır. Sabah 7'de otelden ayrılırken. Gözlerim kan çanağı, gece müdürüne şöyle bağırıyordum lobide: "Bir insan bir otelde neden kalır? Uyumak için! Sadece uyumak için!" Restoranlar, SPA'lar vs. yan işleridir otelcilerin. Esas işleri müşteriyi (pek mümkün olmasa da) evinde gibi uyutmaktır. Hizmet sektörü durumu o kadar abarttı ki, esas işlerini unutmaya başladılar. Müşteri memnuniyeti için başka başka konulara odaklanmak, esas işi ihmali getirir ki, sonuç pek de iyi olmaz.