Ne zaman geçmişe doğru gitsem. Zihnimde hep eski bir kaset
döner. Dayımın teybe taktığı kasetten bir adamın acılı sesi
yükselir:
"Hapishanelere güneş doğmuyor..."
Türküyü dinleyen, 6 dayımın içinde en haylaz olanıdır. Yok,
hapishaneye falan düşmedi ama aile hep o korkuyla yaşadı.
Suç işleyecek biri değildi, sadece fazlaca delişmendi.
12 Eylül sonrasıydı. Pop müziğimizin en sessiz yılları. Biz
Laura Brinigan'dan "Self Control" eşliğinde
tepinirken, dayımın "hapishanelere güneş doğmuyor"
ezgisini dinlemesine anlam veremezdim.
Zaman geçti. Tepinmekten durulmaya geçerken, Neşet
Ertaş'ı da anlama başlıyordum...
Sonra. Durulmanın olgunlaşma (!) evresinde. Ülkemdeki
hapishane gerçeklerini fark ediyordum.
Sonra. Hapishanelerin sadece suçluların kapalı tutulduğu yerler
olmadığını, bir o kadar da suçsuzların içerde olduğunu öğrenmeye
başladık.
Kafamda zonklayan şey, çocuk hapishanelerinde,
çocukların yaşadığı korkunç durumlardı. Halâ ve hep aklım
orada bir yerde neler olduğunda.
Sonra. Bir anda. Hapishanenin dizi film platosu
oluverdiğini okudum. Hem de en medyatik hükümlüsü
Deniz Seki sayesinde.
Adalet Bakanlığı'nın açıklamasına göre dizi çekimi için
"Tutuklulara değil, hükümlülere izin verilmeye"
başlanmıştı.
"Ohh" deyiverdim ve telefona sarılıp dayımı
aradım: "Hadi gözün aydın" dedim,
"Hapishanelere güneş doğacak nihayet!"
Anlamadı tabii, anlattım.
"Dayıcığım" dedim, "artık
hapishanelerde dizi film çekilebiliyor."
"Eee?" dedi, yine anlamadı.
"Eeesi" dedim, "Artık hükümlülerin
dizide oynamalarına izin verilecek. İster misin şimdi her koğuşta
'Bu tarz benim" yarışmaları başlasın, şöhret olup kurtulma umutları
artsın."
Dayım da demez mi, "İyi de yeğenim, hapishanelerde zaten
program çekiliyor."
"Nasıl yani?" dememe kalmadı, dayım
"Baksana Dilber Ay hep parmaklıklar ardından konser
veriyor" demesin mi?
"Dayıcım ama o stüdyo" diyecektim ki,
sustum.
Müzik programı için hapishane dekoru yapan bir ülkede, dizi için
neden hapishaneye gidilmesindi ki...
Espri bir yana. Madem hükümlüler için izin var,
yapımcılar köşeyi döndü.
Ne suçlu rolü için ne de hapishane dekoru için para
ödeyecekler.
Güneşin doğmasını bekleyen onca hükümlü, dışarda bu kadar
yardımsever bir Adalet Bakanlığı varken...
Sadece. Adalet Bakanlığı'nın uyuşturucudan hükümlü Deniz Seki'ye
gösterdiği bu yardımsever tavrını, bu konularda oldukça hassas
olan, Yeşilay için ciddi emek sarf eden Cumhurbaşkanı Erdoğan ve
eşi nasıl karşıladılar, merak ediyorum.
İŞİNİ AŞKLA YAPAN BİR ADAM: ERDOĞAN
AKTAŞ
Eski, çok eski dostum Erdoğan Aktaş, CNN Türk'ün Genel
Müdürü oldu. Yolu açık olsun.
Erdoğan'la, ANAP Kongresini yorumlamak için çağrıldığım
"Yakın Plan" programında, NTV'de
tanışmıştık. Sanki 100 yıl kadar önce gibi...
Ağzı olanın konuştuğu değil, konuların gerçek uzmanlarının
ekranlara çağrıldığı günlerdi.
Erdoğan "Yakın Plan"ı NTV'de bırakırken, sanki
bir çocuğunu geride bırakmış gibi üzülmüştü. Hiç unutmadım.
Bazı programlar bazı insanlarla anılır. "Yakın
Plan" ve "Erdoğan Aktaş" öyleydi.
Erdoğan Aktaş'ın üç şeye büyük aşkla bağlı
olduğunu bilirim;
Beşiktaş'a. Üç çocuğuna. Haberciliğe.
Bunların dışında her şeyin yerini başka bir şey alabilir onun
hayatında.
Bu üçü dışında her şey ikame edilebilir.
LUCESCU EFSANESİ
Hep onu istedi büyük kulüpler.
Getirdiler. Gönderdiler.
Yine de onu istemeye devam ettiler.
Ama Lucescu onlara geri dönmeyi hiç
istemedi.
Çünkü ülkemiz futbolunu çözmüştü.
Medya maymunu olmak tarzı değildi.
Başkan yalakalığı yapmaktan hoşlanmıyordu.
Soytarılık yapmayı sevmiyordu.
Takım içinde kendisine yakın olan ve olmayan futbolcu ayrımı
yapmıyordu.
İş disiplini vardı.
Takımı kötüyse "süper takım" demezdi.
Spor medyasının karanlık odalarında dolaşmayı sevmezdi.
Şimdi. Onu getireceği vaadiyle seçim kazanan başkanlar
var.
Ama o yine de isteksiz görünüyor. Gelecekse de ağır şartlar
ileri sürecektir.
AKLIMDA KALAN
"Bir otel ne işe yarar?"
sorusu: Hizmet sektörü akıl sınırlarını zorluyor
ya. Otelcilik de öyle. İstanbul'un en bilindik, uluslararası otel
zincirlerinden birinde konakladım. Bir tadilat sesiyle uyandığımda
saat 02.50 idi! Durum sıra dışı olduğundan acil bir şey vardır,
birazdan biter dedim, bekledim. Sabah 6'ya kadar sürdü azap. Uyku
sıfır. Sabah 7'de otelden ayrılırken. Gözlerim kan çanağı, gece
müdürüne şöyle bağırıyordum lobide: "Bir insan bir otelde
neden kalır? Uyumak için! Sadece uyumak için!"
Restoranlar, SPA'lar vs. yan işleridir otelcilerin. Esas işleri
müşteriyi (pek mümkün olmasa da) evinde gibi uyutmaktır. Hizmet
sektörü durumu o kadar abarttı ki, esas işlerini unutmaya
başladılar. Müşteri memnuniyeti için başka başka konulara
odaklanmak, esas işi ihmali getirir ki, sonuç pek de iyi olmaz.