Alman havayollarının uçağı İspanya'dan dönerken
Fransa'da düştü. Kazanın ilk saatlerinde. Uçağın eski ve
yaşlı olduğu belirtiliyordu. 24 yaş, bir uçak için hayli
fazlaydı.
Havayolu şirketleri hızla büyüyor. Ve. havayolu kamuoyunda iki
konu fısıldanıyor epeydir;
Birincisi, şirketler uçuş sayısını artırmaya
odaklandığından uçak bakımları için gereken zaman ayrılmıyor.
İkincisi, gökyüzü yaşlı ve yorgun uçaklarla
dolu.
Yine. Kazanın ilk saatlerinde. 150 kişinin öldüğü kazada. Pilot
kabinindeki basınç düşmesiyle pilotların bayıldığı iddia edildi.
Sonra hepsi unutuldu. Elde sadece güya psikopat, yardımcı
pilot kaldı.
Genç pilot intihar etmiş dendi. Tükenmişlik
sendromuna yakalanmış dendi. Dizi oyuncusu olmakla, gökyüzünde
yüzlerce can taşımak arasında demek ki bir fark yoktu.
Sonuçta. Pilot uçağı kasten düşürmüş. Kriz yöneticileri
kazayı, kendini savunma olanağı olmayan bir pilotla
açıklayıverdi!
İnandık. Çünkü. Üzgün yüzlü şirket
yöneticileri, politikacılar öyle diyordu. Ortada açıklamalardan
başka bir kanıt da yoktu.
İntihar eden pilot ağzını açıp tek sözcük etmemişti uçak
düşerken. Kara kutuya göre öyleydi.
İçinde yaşadığımız "şüphe toplumu"nda. Komplo
teorilerinin zirve yaptığı günlerde. Uçak böyle düştü dediler,
inandık. Tuhaf değil mi?
Herkes hep bir ağızdan aynı şeyi söyleyince. Ulusal,
uluslararası medya aynı koroya katılınca. Durumdan şüphe eden,
kendinden şüphe etmeye başlıyor.
Malum, araştırmacı gazetecilerin başına da iyi
şeyler gelmiyor.
Yeni toplum. Söylenene inanır. Gösterilene inanır. Gerçeğe
inanmaz.
Biz "Kaos, kriz ve iletişim yönetimi"
lisansüstü dersinde "başlangıç durumuna
hassaslık"tan söz ederiz, uzun konu. Ve. Her durumda
parametreleri analiz etmeyi seçeriz.
Söylenenle yetinme. Gösterilenden şüphe
duy. Parametreleri parçala. Her parçanın
başlangıç noktasına git. Mesela pilotun hayat hikayesiyle
yetinme. Uçağın hayat çizgisine de bak.
Açıklamanın taraflarının bağlantılarını incele.
Haberin kendisiyle yetinme. Ne zaman, kimin
yaptığına bak. Orada da kalma. Genel habere aykırı haberleri de
topla.
Derdin gerçeği bulmaksa. İyi düşün. Belki de gerçekle
hiç ilgilenmiyorsundur.
NOTER
Okur haklı olarak soruyor, siyasal iletişim
açısından Kılıçdaroğlu'nun noter onaylı vaadini nasıl
buluyormuşum.
Okur bu. Senin başına gelenler, hastaneler,
ameliyat. Umurunda değil.
Okurun istediğini verelim;
Bir, vaatlerin oy getirdiğine değil, tutumların
oy getirdiğine inanan biriyim.
İki, noterin işlevi konusunda kafalar karışık.
Geçmişte. Yazdığım bir oyunu notere onaylatmak istediğimde.
"Nerden bileyim sizin yazdığınızı" cevabını
almıştım.
"Göreviniz oyunun benim olup olmadığını kanıtlamak
değil, bu tarihte bu metni yazdığımı beyan ettiğimi tutanağa
geçirmek" demiştim.
Noterin, Kılıçdaroğlu'nun vaadini yerine getirip getirmediğiyle
ilgilenme görevi yok. İşi sadece vaade tanıklık
etmek.
Ve üç, bir lider verdiği sözü notere onaylatma
gereği duymuşsa inandırıcılık sorunu var demektir. Lider kişinin
sözü üstüne söz gerekmemelidir.
ADALET DUYGUSU...
"Ulus devlet"lerin varlığı tartışmaya
açılmışken. Milli takım konusunda fırtına koparmak tuhaf tezat.
Yine de. Fatih Terim'e bir çift laf etmek şart;
Kafasına silah dayanan futbolcuyu bırakır da, silahı
çekeni takıma alırsan.
Teknik direktörlere küfretmeyi alışkanlık haline
getirmiş futbolcuyu takımın abisi yaparsan.
Yani. Bir liderin adalet duygusundan şüphe duyulmuşsa.
Hele bir de. Her yenilgiden sonra. "Dünyanın sonu
değil" demeye kalkarsan. "Futbol dünyasının sonu
futboldan gelir" basit bilgisini unutmuşsan.
Bilmez misin ki, liderliğin çoktan terk-i diyar etmiştir.
AKLIMDA KALAN
Kendimi iyi hissettiğim bir
an: Dışarda gök delinmişçesine yağmur yağıyordu.
Ağaçlar, çimenler delicesine yağmuru içlerine çekiyorlardı.
Ayağımda atel olmasa, kendimi sokağa bırakasım varken. Evimdeki.
Saksı çiçeklerinin. Musluk suyuna talim etmesine razı olamadım. En
geniş kaplardan birini pencereden yoğun yağmurun altına uzattım.
İçinde ne kadar yağmur suyu birikmişse çiçeklerime paylaştırdım.
Bir mutlu oldum ki, sormayın.