Küfretmeyi bilmezdim. Eskiden. En ağır küfrüm
"eşek"ti. Ona da arkadaşlarım kızardı.
"Kızım hiç değilse 'ş' harfine iyice bas da küfre
benzesin" derlerdi.
Ne zaman araba kullanmaya başladım, küfretmeyi de öğrendim. O
sırada arabada annem varsa, hep aynı hatırlatmayı yaptı:
"Sakın kimsenin anasına küfretme!"
Bugünlerde ağız bozukluğu bir varoluş şekli. En sık
başvurulan kendini ifade yolu.
Bir yandan bakarsanız şiddetin kendisi, bir yandan
bakarsanız şiddete davet.
Eskiden terbiyemizin sözel ölçüsüydü, şimdi
terbiyelisi de terbiyesizi de ana avrat gidiyor. Ne de olsa
internet çıktı, sınırlar kalktı ya ondan olsa gerek.
Şaka bir yana. Küfür hakarettir. Dövemiyorsan söversin.
Dövebiliyorsan hem söver hem döversin.
İşin içinde medya varsa. Konunun ucu bir
yanından medyaya dokunuyorsa. Küfür artık reklam
cümlesidir.
Medyaya "beni gör" demenin yolu, medya
içeriğinde ise "bana bak" demenin.
Antalya Film Festivali ödül töreninde, öylesine bir yönetmen
"yoksa ananızı nokta nokta ederim" demese kim
tınardı kendisini?
Kılıçdaroğlu gibi nazik biri bile Erdoğan için "milletin
anasını belleyenlerin adayı" dememiş olsa o kadar haber
olur muydu?
Futbol dünyasına bakın. En iyi oyuncunun bile küfür
etmese hakkında bir cümle edilmiyor.
Tartışma programları küfür düzeyine çıkmazsa reyting
almıyor.
Klasik müzik dehamız Fazıl Say, ağza alınmayacak küfrü
edince manşete çıkmamış mıydı?
En çok küfürlü karikatürlere gülünüyor. Küfürlü diziler
izleniyor.
En bilinen din adamları küfürle konuşuyor.
Ve. Aşkların çoğu küfürle bitiyor...
Medyanın küfürde öncelik ligine bakarsak, görüyoruz ki:
Karşısındakine kızıp faturayı annelerine kesenler ilk
sırada.
Kızdığı kişiye cinsel eylemde bulunma ifadesi
ikinci sırada.
Üçüncü sırayı tanımlayıcı hakaretler
alıyor.
Bu toplum, küfretmeyi seven, küfür yediğinde de cinayete meyilli
olacak türden. Dengesi yok.
Medya ise ruh halimizden beslenen bir tür
asalak.
AKİL İNSANLARIN İŞLEVİ
NEDİR?
Son günlerde "akil insanlar" yine gündemde.
"Üçüncü göz" olarak sunuluyorlar. Oysa gözden çok
ağız gibiler.
Öcalan'a sözcülük ediyorlar. Hükümetin söyleyemediğini
dillendiriyorlar.
Asıl işleri "akıllarını" kullanmak olduğu
halde, daha çok ağızlarını kullanıyorlar.
ÜMİT KOCASAKAL NEDEN
SEÇİLİYOR?
İstanbul Barosu'na üçüncü kez Ümit Kocasakal
seçildi. Üstelik öyle böyle değil, 11 bin 580 oy farkla.
Kocasakal neden farkı hep büyüterek kazanıyor?
Bir, lafı eğmiyor, bükmüyor söylenmesi gerekeni
söylüyor.
İki, korkmuyor, tırsmıyor meydan okuyor.
Üç, kim alınır kim alınmaz filtreden
geçirmiyor, hukuka sözcülük ediyor.
Ve. Böylelikle. Seveninde de, sevmeyeninde de "güvenilir
adam" algısı yaratıyor.
EATALY BALONU
Birkaç gün önce. İstanbul'da. Çok sevdiğim iki arkadaşımla
birlikte Zorlu'daki Eataly'deydik.
Ben "Gitmeyelim" dedim, insanın ruhu sosyete
olmayınca oralarda sohbetin dibini bulamaz.
Bizimkiler "Gidelim, seversin" dediler.
Gittik.
Işıksız ve sevimsiz Zorlu Center'a vardık. Saat 20.30.
Tam şarap söyledik, "Saat 22'de kapanıyoruz"
dediler. Anladık. İtalyan makarnalarından birini söyledik. Geldi.
Kraker gibi bir şey. "Pişmemiş" dedim. Bizimkiler
de hemfikir olunca şefi çağırdık.
Şef "İtalyanlar makarnayı..." diye başlayınca,
salak yerine konmak da sıkıyor. "Biliyoruz" dedim,
"onlar makarnayı az pişmiş sever de bu
kraker."
Çatala taktığım spagettiyi masaya bıraktım, makarnadan köprü
oldu, masaya düşmedi, o kadar! "Siz" dedim şefe
"bunu yiyebilirseniz, ben de yerim."
Yenisi geldi. Neyse. Saat 22'de zil çaldı! Gitme saati
gelmiş.
Ortaya bir pizza. Bir makarna. İki şarap. Arkadaşım hesabı
öderken baktım, dudak uçuklatıcı!
Diyeceksiniz ki, "lüks yere giderseniz öyle
olur."
Olabilir. Alıcısı varsa fiyat yükselebilir. İyi de. Fiyat
yükselince hizmet standartı da yükselir.
Kös kös para ödemeye razı olup, fiyat-servis
oranlamasını yapmazsanız, adamlar da müşteriye istediği muameleyi
yapar.
İstanbul öyle bir yer. Akıl bağıyla harcama bağı kopuk, damak
zevki evlere şenlik bir yer. Eataly ise imaj olarak sadece bir
balon.
AKLIMDA KALAN
"Asla bir Guardiola'mız olmayacak"
üzüntüsü: Bizim beş para etmez ama egoları ölçmekle
bitmez teknik direktörlerimiz var. Edirne'den bu tarafta mangalda
kül bırakmazlar. Öbür tarafta ise süt dökmüş kedi olup çıkarlar.
Bir de. Daha 43 yaşındayken efsaneleşen Guardiola var. Başarıya
başarı demiyor. Kendisini övenlere de omuz silkip geçiyor.
"Futbolun şahısın" diyenlere "Benim tek yaptığım, rakiplerin video
görüntülerini seyretmek sonra da onları nasıl mahvedeceğimi bulmaya
çalışmak. Hepsi bu" yanıtını veriyor. Daha gidecek çok yolumuz
var...