Star'ın Salı gün ki manşetinde şu başlığı taşıyan bir haber vardı: “Özür Ankara’ya yetmedi.”
Haber Suriye’de birkaç çapulcunun Türkiye büyükelçiliğine saldırıp Türk bayrağını yakmasından dolayı Suriye’nin Türkiye’den özür dilemesinin yetersiz olduğunu vurguluyordu.
Haberi okuduğumda “Daha ne yapacaklardı ki? “ dedim kendi kendime. Ama haberi manşete taşıyan arkadaşlar da bunun yetmeyeceğini düşünüyorlar belli ki…
Bu haber, bu şekliyle, mesela Ertuğrul Özkök’ün yönettiği bir gazetede çıksaydı, elbette dikkate almazdım.
Fakat bu gazeteyi ABD’nin Irak’ı işgal etmeye niyetlendiği dönemde o meşhur tezkerenin geçmemesi için Türk medyasında işgale karşı seferberliğin başını çeken Yeni Şafak’ı yöneten arkadaşlar hazırlıyor...
Bu durum beni çok rahatsız etti.
Görmezden gelemedim. "Bunlar zaten adam değilmiş" diyemedim.
Çünkü Irak'ın işgal edildiği dönemde Başbakan Erdoğan’ın ve başta Cengiz Çandar olmak üzere medyadaki bütün Amerikancıların baskılarına rağmen, muhafazakar camianın gazetecileri tek yürek olup Türkiye’nin bu işgale ortak olmasına engel olmuşlardı.
Fakat bu sefer durum farklı.
Görünen o ki dünya sistemi bu sefer Suriye’yi yemek istiyor.
Hem de Türkiye’nin dindar muhafazakarlarının eliyle.
Suriye’yi ABD adına yeme konusunda o kadar iştahlılar ki, ülkesindeki olaylardan dolayı başı sıkışmış, çaresizliğe düşmüş bir komşunun özrü bile kabul edilmiyor.
İnsan sormadan edemiyor: Peki 9 vatandaşımızın canını alan İsrail’in özür dilemesi yetiyor da, birkaç çapulcunun yaptığı sokak eyleminden dolayı Suriye’nin özür dilemesi niçin yetmiyor?
İsrail’in özrü özür de Suriye’nin ki ne?
İsrail’e son 2 yıldır ‘Abi bir özür dilesen de, şu meseleyi ortadan kaldırsak' diye yalvarmıyor muyuz?
Kaldı ki bayrak yakmak ne zamandan beri devletler arası münasebetleri bu düzeyde etkiliyor?
Bizler yıllarca Türkiye sokaklarında başta ABD olmak üzere birçok devletin bayrağını yakmadık mı? Hangi devlet, bayrağını yaktık diye Türkiye’ye savaş açma aşamasına kadar geldi?
Gerçekten merak ediyorum. Başta Ahmet Davutoğlu olmak üzere, muhafazakar camiayı Suriye konusunda bu kadar incelikten uzak, bu kadar vicdandan yoksun, bu kadar atak hatta neredeyse "gözü dönmüş" bir tutum almaya sevkeden şey nedir?
Doğrusu Ahmet Davutoğlu’nun geldiği noktayı da, Irak işgaline canla başla karşı çıkıp Suriye meselesinde susan muhafazakar- dindar medya mensuplarını da, dindar muhafazakar iktidarı da, her önemli konuda görüş açıklamaktan çekinmeyen Gülen cemaatinin bu olaydaki suskunluğunu da, Irak işgali döneminde tezkere geçmesin diye sokaklara dökülen Türk halkının geldiği noktayı da aklım havsalam almıyor.
Nasıl, ne zaman, hangi arada topyekun bir camia bu kadar Amerikancı olup çıktı? Gerçekten anlamıyorum.
Dışişleri bakanımız Ahmet Davutoğlu’nun geldiği noktayı görüyor musunuz? Makam, siyaset, iktidarı kaybetme endişesi bir insanı bu kadar değiştirir mi? Bir insanı 50 yıllık geçmişinden bu hızla koparabilir mi?
Demek ki oluyormuş. Yazık, hem de çok yazık.
Davutoğlu'ndaki değişimin gerekçeleri bunlar değilse, peki ne?
Ahmet Davutoğlu kendi yazdığı kitapla niçin bu kadar ters düşüyor? Bunu izah etmesi gerekmez mi?
Ahmet Davutoğlu daha birkaç ay öncesine kadar kurduğu ‘sıcak’ diyalogla övündüğü bir ülke için öyle bir üslup kullanıyor ki, kulaklarınıza inanamıyorsunuz.
Mesela ‘Artık sabrımız taştı’ diyor. ‘Özür yetmez, gereği yapılsın’ diyor. 'Beşşar Esad artık gitmeli’ diyor. 'Suriye’ye biran önce yaptırım uygulanmalı’ diyor. Diyor da diyor.
Gözlerinizi kapasanız, sanırsınız ki ekrandaki Türkiye’nin dışişleri bakanı ‘İslamcı’ Ahmet Davutoğlu değil, ABD dışişleri bakanı Hilary Clinton.
İşin ilginç yanı Davutoğlu’nun bu kabadayılığa kaçan üslubu, bu nezaketten yoksun tavrı Türkiye’nin en Amerikancı yazarlarını bile şaşkına çeviriyorken, nedense Bir iki yazar dışında tek bir dindar-muhafazakar-İslamcı yazarı rahatsız etmiyor.
Sizce de tuhaf bir durum yok mu ortada?
Muhafazakar camianın bu kadar tutarlı biçimde suskun kalışını görünce "Acaba" diyorum “benim bilmediğim başka şeyler mi biliyor bu arkadaşlar?”
"Yoksa" diyorum “Ahmet Davutoğlu veyahut başka biri bu arkadaşlara gizli gizli brifing mi veriyor?”
Öyle ya, Türkiye’nin Suriye’ye karşı aldığı tutum beni derinden rahatsız ediyorken, muhafazakar medya mensuplarını neden etmiyor?
Çünkü biz Irak işgalinde aynı refleksi göstermiş, aynı acıyı hissetmiştik.
Peki ne değişti? Niçin bazıları aynı endişeyi Suriye için de hissetmiyor?
Suriye halkının dünya egemenlerine yem edilmesine niçin kimse ses çıkarmıyor?
Niçin ABD ile aynı safa gelmekten bazı arkadaşlar rahatsız olmuyor?
Uzun uzun düşünüyorum ama bu sorulara cevap bulamıyorum.
Ahmet Davutoğlu Türkiye’nin Suriye politikasına gerekçe olarak oradaki ‘halkın yanında olma görevi’ni ileri sürüyor.
Suriye halkının ne düşündüğünü kim biliyor? Halkın yüzde kaçı Beşşar Esad’ı destekliyor, yüzde kaçı birkaç çapulcunun bir araya gelerek kurduğu çeteyi destekliyor? Bunu nereden biliyorlar?
Eğer Müslüman halkların acısını bu kadar yüreğimizde hissediyorsak, neden kendi ülkesinde milyonlarca insanın ölümüne neden olan Sudan devlet başkanını geçen yıl Ankara’da ağırlamaktan imtina etmedik?
O zaman bu ziyareti eleştiren liberal yazarlara ‘İslamcı’ gazetecilerin getirdiği savunmayı bir hatırlarsanız ne dediğimi daha iyi anlarsınız.
Bu daveti hangi gerekçelerle savunuyordu bu arkadaşlar? Bu yazılarını bir gün önlerine koyan biri çıkarsa hiç utanmayacaklar mı?
Benim derdim Beşşar Esad değil. Beşşar Esad’ın canı cehenneme. Ben ABD’nin Müslüman ülkeleri bu şekilde teker teker kan gölüne çevirmesine engel olamadığımız gibi, bir de ortak olmamızı anlamıyorum, kabullenemiyorum.
Diğer bir mesele ise Suriye’nin düşürülmesinden sonra İran’ın daha da yalnızlaşacağıdır.
Siz Libya’da, Yemen’de NATO desteğiyle iktidara gelenlerin, ABD’nin baskısı karşısında İran’ın yanında yer alacaklarına ihtimal veriyor musunuz?
Başta Ahmet Davutoğlu olmak üzere Türkiye’nin ‘Arap Baharı’na desteğini teşvik eden arkadaşlar bu yıkımlarda ölen, öldürülen her Müslümanın kanından sorumludurlar.
Libya’nın ne hale geldiğini hepimiz görüyoruz.
Onbinlerce insan öldü. Öldürüldü. Ne adına? Kimin için? Fransa’nın biraz daha fazla pay almasından başka ne değişti Libya’da?
Benzer süreç şimdi Suriye’de yaşanıyor. Kan akıyor. Hergün onlarca insan ölüyor. Ne yazık ki bu olayların en büyük kışkırtıcısı Türkiye ve onun ‘İslamcı’ dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu! Eğer Türkiye Suriye’de kan akmasını samimi olarak engellemek istiyorsa, 'muhalefet' adı altında toparlanan NATO destekli silahlı çeteye bu kadar destek olmamalı.
Muhalifleri Ankara’nın göbeğinde ağırlayan Ahmet Davutoğlu şu soruya cevap vermeli: Beşşar Esad’ın öldürdüğü halk Müslüman da, bu muhalif çetenin öldürdükleri gavur mu? Sizi bu silahlı çeteyle yol arkadaşı yapan ‘değer’ nedir?
Söyleyin de, biz de bu dertten kurtulalım.
Haksız mıyım?