Mısır’da Müslüman Kardeşler ’in iktidar süreci de gösterdi ki Müslüman ülke toplumlarında ciddi bir ayrışma ve çatışma var.
Toplum dindar-laik-solcu-Kemalist-liberal gibi ideolojik ve inanç esaslı ciddi bir kamplaşma, zıtlaşma içerisinde.
Kronik güven krizi oluşmuş.
Türkiye’de de aynı durum geçerli.
Mısır'da yaşanan süreçle emin olduk ki siyasal İslamcıların toplumu birleştirici, bütünleştirici bir projeleri yok.
Bu cümlemden “Diğer kesimlerin bir barış projesi var” anlamı çıkarmayın lütfen.
Ne bundan öncekiler, ne de şimdiki iktidarın; farklı kesimleri bir arada yaşatacak bir formüle kafa yormadığı açık.
Benim için önemli olan Siyasal İslamcıların hazırlıksız oluşu.
Çünkü 50 yıldır iktidar olmaya uğraşan dindarların, bu kadar hazırlıksız olmaları izaha muhtaç.
Hem Türkiye, hem Mısır hem de Suriye ve diğer Müslüman ülkelerle alakalı endişe verici bir tabloyla karşı karşıyayız.
Bu ülkelerde iktidara gelen dindarların iyi sınav vermediklerini düşünüyorum.
Kendileri gibi düşünmeyenlerle, kendileri gibi inanmayanlarla, farklı inançtan ve etnik kökenden olanların bir arada yaşayacağı bir yapıyı nasıl kuracaklarını ne yazık ki bilmiyorlar.
Bu meseleyi halkın büyük çoğunluğunu etkileme gücüne sahip siyasal Müslümanların dert etmeyecekse kim dert edecek?
Dindar hükümetler, liderler bu büyük sorumluluğu tam da siyasi çıkarları sebebiyle daha ne kadar göz ardı edecekler? Bu kavgalar daha ne kadar sürecek? Daha kaç nesil bu çatışmayı yaşayacak?
Mustafa Kemal’in tezleri, tercihleri karşısında ulema, hocalar yenildi ve 'öteki’ konumuna itildi.
Bu yenilmişlik duygusu sebebiyle 80 sene beri bir rövanş arayışı söz konusu oldu.
İşin tuhafı, İslami tezleri benimseyenler, iktidar olduktan sonra da bu rövanşist düşünceleri, hissiyatı, refleksleri aşamadılar.
Bu denklemi anlamak için biraz geriye gitmek gerek.
Siyasal İslam, hayatın tümünü, her şeyi siyasi bir çerçeve içinde algılıyordu.
Yediğimiz yemek, içmediğimiz içki, izlediğimiz dizi, dinlediğimiz müzik, tercih ettiğimiz okul, gittiğimiz restoran, okuduğumuz kitap, oturduğumuz semt her biri 'siyasi tutumun' göstergesiydi.
Müslüman hayatı, mücahit tavrı, mücadele aşkı… her alana sinmişti.
Basit bir kahvaltı bile keskin bir siyasi bilincin gölgesinde yapılıyordu.
Fakat…
Hayat diye de bir şey vardı…
İstiklal Caddesi’nde çalınan popüler şarkıları İslamcılar da dinliyor ve mırıldanıyordu.
Televizyon dizilerini onlar da seyrediyordu. Kendimi ayırmıyorum. Ben de seyrediyordum.
Okullar, yollar, mekanlar… Herkes, hepimiz bu sistemin, bu gündelik hayatın içindeydik.
Dolayısıyla komple ideolojik bir şizofreni baş gösterdi.
Yani ikiyüzlü hale geldik.
Gerçekte izlediğimiz dizi ve filmi, dinlediğimiz müziği, gittiğimiz restoranı, tercih ettiğimiz okulu değil, siyaseten tercih ettiklerimizi toplumun önüne koyduk.
Beğendiğimiz bir sinema filmi hakkında şöyle esaslı bir övgü yapamadık.
Her akşam evimizde Yalan Dünya gibi dizileri izlerken Huzur Sokağı’nı, ‘Sırlar Dünyası’nı izliyormuş numarası çektik.
İzlediğimiz ve çok beğendiğimiz diziyi “Çok güzel bir dizi helal olsun güzel iş çıkarmışlar” deme cesaretini gösteremedik.
Her türlü müziği dinledik ama sanki her zaman ilahi dinliyormuşuz gibi hareket ettik.
“Özgürlük denen şey yalan söylemek zorunda kalmamaktır”. Hiçbir zaman gerçekten özgür olamadık.
Ama gene de kendimizi özgürlük savaşçısı zannettik.
Hayatımızı toplumun diğer yarısına karşı bir iddia olarak ortaya koymak için her türlü ikiyüzlülüğü mubah saydık.
İslamcılar böyleyken toplumun diğer kesimleri de boş durmadı.
Onlar da benzer semboller üzerinden, siyasi iddialarla örülü bir hayat yaşadılar.
Yaptıkları her işi toplumun dindarlarına karşı bir nazire olarak sundular.
Değerleri, dengeleri, hassasiyetleri hesaba katmadılar.
Toplumun bütününün bilincini yükseltmeyi değil dindarları geriletmeyi amaç edindiler.
Şimdi sonuç ortada.
Birbirini anlamayan, aynı filmi, aynı diziyi izleyemeyen, aynı bayramları benzer heyecan ve coşkuyla kutlayamayan bir toplum olup çıktık.
Birbirimizin ne acısına, ne sevincine ortak olabiliyoruz.
Toplumsal anlamda insanlığımızı yitirdik.
Çünkü yalnızca kendi siyasi çizgimizde bulunanları insan kabul ettik.
Hayatımız siyaset oldu.
Kültür yok, sanat yok, medeniyet yok, aşk yok, başkasının hakkına hukukuna, tercihine saygı yok.
Bilgi ve kültür yerine hamaset, ajitasyon ve siyasi riyayla beslendik.
Bugün AK Parti’nin bu toplumsal 'kan davası'nı bitirmek gibi bir derdi yok.
Hakiki bir barışa, helalleşmeye, gerçek ortak paydalar, ortak kazanımlar ve ortak dertler üzerinden bir toplumsal bütünlük temin etmeye niyeti yok.
Herkesin birarada kardeşçe yaşayabileceği bir anayasa yapma dirayetini bile gösteremedi.
AK Parti kendi aslında özümsenmemiş tercihlerini toplumun tamamına zorla kabul ettirme çabasında.
Bir güven tesis edebilmiş değil.
Dindarlığına ‘emin’ sıfatını katabilmiş değil.
Daha fazla ‘dindar’ olmak onu daha ciddi, daha sorumlu, daha müşfik, daha saygılı, daha yüce gönüllü yapmış değil.
Dindarlığını toplumun refahına, huzuruna, kardeşliğine harç yapabilmiş değil.
Tam tersine ‘daha fazla dindar’ olmaları bir
çatışma ve kavga sebebi olmuş.
Tamam, toplum ve birçok entelektüel AK Parti'ye umut bağladı, prim
verdi.
Ama alınan yüzde 50 oyu ekonomideki başarılara borçlu olduğunu sanırım siz de görüyorsunuz.
AK Parti’ye yönelik ilginin nedenleri arasında 'dindar'ların kültürel projeleri, barış tesis eden çabaları, sanata olan yatkınlıkları, medeniyet tasavvuru, üslup inceliği filan yok.
Fakat geldiğimiz aşamada ne var? Bu çatışmanın biteceğine dair kimsenin umudu var mı?
Siyasal Müslüman aydınlar ‘karşı tarafa' hakaret etmeyi, bir kampın sözcüsü olarak davranmayı ekmek kapısı olarak görmeye daha ne kadar devam edecekler.
Toplumsal barışı tesis edecek bir formül üzerine çalışmaya ne zaman başlamayı düşünüyorlar.
Laikler, solcular, Kemalistler; İslamcıların anladığı türden bir dindarlığı benimsemeyeceklerine, bütün dindarlar da Kemalist veyahut laik olmayacağına göre bu kavga daha kaç yıl sürecek? Bu çaışmayı bitirecek bilgeliği ve dirayeti kim gösterecek?
Müslümanlığa hizmet niyetiyle ulaştıkları ‘iktidar’ın aldıkları tutum nedeni ile Müslümanlığa zarar veren çatışma malzemesi yapılması kimsenin umurunda olmayacak mı?
Mısır’ın Tahrir Meydanı’nda kendisine mikrofon uzatılan protestocunun söylediği “Teşekkür ederim Müslüman Kardeşler’e sonunda beni dinimden de soğuttular!” nidasını kim duyacak?
Eğitim sistemimizde yüzde 4 orana sahip “imam hatiplerden satanist çıkmaz” diyen Bülent Arınç bu gencin ne demek istediğini anlar mı sizce? twitter.com/acikcenk
Bu yazıya Facebook'ta yorum yapmak için tıklayın