Medyanın Yaşar Büyükanıtları

Medyanın Yaşar Büyükanıtları

Levent Gültekin acikcenk@gmail.com

Son dönemde Türkiye’de iç temizliğe dönük ilginç hamleler görüyoruz. Hem de birçoğumuzun gerçekleşmesine ihtimal vermeyeceği türden hamleler.

Şike operasyonu ve Deniz Feneri davası bunlardan.

Yargının, siyasi iktidarın da kararlı desteğiyle, bu tür adımlar atması benim gibi birçok kimsede ‘Türkiye pisliklerinden temizleniyor’ umudunun yeşermesine neden oldu.

İki dava da, etkileri ve dokundukları isimler göz önüne alındığında, riski büyük girişimler. Gerçekten nüfuzlu kişilere dokunuluyor.

İşte tam da bu büyük "risklere" rağmen bu temizlik harekatının başlatılmış olması birçok kimseye ‘Türkiye değişiyor’ dedirtti.

Eh tabi Türkiye’nin temizlenmesi herkesi mutlu etmiyor.

Özellikle de medyadaki bazı köşe başlar mutsuz.

Bazıları, yargıya intikal etmiş bir konuda kendi ‘iyi çocuğu’nu ilan etmekten hiç imtina etmiyor, farkında mısınız?

Yargıyı etkilemek, kamuoyu oluşturmak, ‘iddiaların aslında ne kadar geçersiz’ olduğuna başkalarını inandırmak için büyük bir çaba var.

Cengiz Çandar ve Ertuğrul Özkök’ün şike operasyonunu boşa çıkarmak için sarfettiği gayret özellikle dikkat çekiyor. Herhalde siz de görüyorsunuz?

Bir kısım gazeteciler, Türkiye’nin zamanında sağlam ve sağlıklı bir rota tutturamamasında nasıl etkin rol oynadıysa, şimdi de bu pisliklerin temizlenmesine, ‘Yeni bir Türkiye’nin kurulmasına' engel olmaya çalışıyorlar.

İstiyorlar ki gemi onların istediği gibi, onların istediği istikamete yürüsün.

Bu minval üzere her gazeteci meşrebine, kendisine yakınlığına göre yolu yargıyla kesişenlere kol kanat geriyor.

Kimisi şike operasyonunda adı  kirli ilişkilere  karışanlara kefil olup iddiaları çürütmeye çalışırken, kimisi de ‘eski dost’, ‘mahalle arkadaşı’ veyahut ‘mesai arkadaşlığı’ kontenjanından Deniz Feneri davasındaki iddiaları boşa çıkarmaya çalışıyor:  Hepsinin gayreti şuna varıyor: ‘Tanırım iyi çocuklardır’.

Böyle tarafgir bir tutumla ‘yeni Türkiye’nin kurulmasının önü açılır mı?

Nedir bu telaş? Niçin yargılamanın sonucunu beklemiyor bazı arkadaşlar?

Elbette, ben de, daha şimdiden kimsenin suçlu olduğunu ileri sürmüyorum.

Fakat bu acil kefalet de neyin nesi? Bu kadar iddiayı yazan, çizen, gündeme taşıyan da bu gazeteci arkadaşların köşe kaptıkları gazeteler, TVler değil mi?

Gerçekten anlaşılır gibi değil.  Mesela bir gazetenin manşetinde şikeyle alakalı korkunç  iddialar, fotoğraflar, telefon konuşmaları var ama aynı  gazetenin köşe yazarı o iddialara konu olan kişileri aklama derdinde.

İnsanlar hangisine inanacak?

Hayır, artık bu tarafgirliği saklama, örtme gereği de duyulmuyor. Bu konuda ar edilmiyor. Ne tuhaf!

Şike öyle de, Deniz Feneri farklı mı? Orada da ortalıkta dolaşan onlarca iddia var. Bu iddiaların birçoğu gazete manşetlerine taşınırken, aynı gazetelerin köşe yazarları ‘Ben kefilim, bu arkadaşlar yanlış yapmamıştır’ diye yazabiliyor.

Hatırlıyor musunuz? Eskiden siyasetçiler nüfuz kullanırdı. Seçmenin eline ‘Gelen arkadaş yakınımdır’  notu düşülmüş özel bir kart verildi mi, birçok kapı o kişi için ardına kadar açılırdı.

En son Şemdinli davasında görmüştük. Org. Yaşar Büyükanıt, Şemdinli olayının failleri mahkemeye sevk edilince ‘Tanırım iyi çocuklardır’ diyerek yargıya mesaj yollamıştı.

Ne tuhaftır ki o gün bu davranışından dolayı Yaşa Büyükanıt’ı yerden yere vuranlar, bugün dava konusu olan kişilere ‘Tanırım iyi çocuklardır’ kartı  veriyor. İlginç değil mi?

Umarım yargı, medyanın etkisinde kalıp bu davaları herhangi bir ön kabulle ele almaz.

Çünkü sadece bu davalarda suçlananlar değil, bu kişilere kefalet verenlerin de görüntüleri bize bu davalar hakkında ilk ip uçlarını veriyor. Yanılıyor muyum?

Deniz Feneri meselesi

Şimdi ben de size ‘Okurdan gelen Deniz Feneri’ni de yazsana talebi üzerine yazıyorum’ mavrası çekerek bir yazı kaleme almayı bilmez miyim?

Nitekim bazı arkadaşlar bu yolu seçiyor.

Herhalde sizin de dikkatinizi çekiyordur bu tür numaralarla konuya dalan arkadaşların utangaçlıkları.

Halbuki niye utanıyorlar ki? Eğer bir kanaatleri varsa yazmalılar. Yoksa da, yargı sonucunu bekleyip ona göre kalem oynatmalılar. Çekinilecek, utanılacak bir durum mu var?  Haksız mıyım?

Ben bundan böyle Deniz Feneri meselesine girmeyi düşünmüyorum. Hatta bir önceki yazımda verdiğim ‘Benim de bir Kanal 7 hikayem var, sizinle paylaşacağım’  sözümü de geri alıyorum.

Biliyorum birçok kişi ‘Bu meseleye aslında senin girmen gerek’ diye içinden geçiriyordur.

Çünkü bugün ortalıkta dolaşan iddiaların büyük bir kısmını yaklaşık 6-7 yıl önce ilk haber yapanlardan biriyim. Mahallede işlerin sağlam yürümesi için gösterdiğim çabanın nerelere taşındığını da gördükten sonra artık bana susmak düşer.

Çünkü söylenmesi gerekenleri zamanında söyledim. Nerede durduğumu dünya aleme gösterdim. Bu aşamadan sonra bu meseleye girmek, ‘Düşene bir tekme de ben vurayım’ dan daha ileri bir anlam taşımayacak.

Kaldı ki aynı mahalleyi paylaştığım insanların zayıf düşmesi, itibar kaybetmesi bana mutluluk vermez. Gördüğüm bu tablodan sadece üzüntü duyuyorum. Keşke bu tür olaylara zamanında gerekli tepki gösterilmiş olsaydı da işler bu aşamalara kadar gelmemiş olsaydı.

Bu arkadaşların bu tür işlerle anılmalarına sadece üzülürüm. Bu nedenle bu mesele üzerine kalem oynatmak artık bana yakışmaz.

Benim dikkatimi çeken "Kanal 7’de program kapıp üç kuruş kazanç elde edeyim, TV’de boy gösterip, adam sayılayım "endişesiyle bugüne kadar gördüklerini, duyduklarını yazmayanların suskunluğu. Çünkü bu işlerin bu hale gelmesinde bildikleri halde göz yumanların sorumluluğu da en az failler kadardır. Yoksa yargıya intikal etmiş konular üzerine konuşulması taraftarı değilim.