Susan Sontag der ki “Acı çekmek başka,
başkalarının acısını çekmek başkadır.”
Tam bu sözcüklerle demez ama, yazdıklarından
yukarıdaki anlam çıkar.
Bizde bu sözün başka türlüsü var: Ateş
düştüğü yeri yakar. Soma’da sevdiklerini yitiren
insanların acılarına ne kadar üzülsek de, onlar kadar yanmayız
aslında.
Başkalarının acılarına üzülmenin gerisinde
“Ya benim başıma gelseydi”, “ya benim sevdiğim
ölseydi” türü bencilce bir iç rahatlama da
vardır.
Soma yanarken. Sorular var kafamda öbek
öbek.
Mesela, bir insan kaç kez ölür?
Pek çok kez.
İlki gerçek ölümdür. Hayatın saati, olmaz bir
yerde durur.
Sonra medya tarafından öldürülürsünüz sayısız
kez. Ekranlar defalarca ölüm kusar. Yakın çekim. Genel
çekim.
“Çizmelerimi
çıkarayım mı?” gibi masumca sorudan, delinmiş çoraplara
dayanan kameralar ölenlerin etinden et koparır defalarca.
Medya yeni tür yamyamdır, iştahı hiç kapanmaz. Bilen
bilir.
Mesela, doğru soru nedir Soma’nın ardından?
Kafamda dönüp duruyor.
Neden öldüler, nasıl öldüler, kimdiler,
öyküleri neydi? gibi sorular uçar havada.
Kriterleri ölümdür. Başka kimler ölmüştü aynı
biçimde? Ne zaman, nerede? Sorular uçar
havada.
Oysa doğru sorunun dayanak noktası ölüm mü
olmalı, yaşam mı?
Boğaz’ın altından kıta birleştiren teknoloji,
nasıl oluyor da madencilikte yaşamlara kaynak olmuyor?
Mesela, doğru soru şu olabilir mi:
toplu ölümlerde hep somut bir gerekçe aranıyor da,
gerçekler üzerinde neden durulmuyor?
Demem o ki, şirket hatası, insan hatası,
denetim hatası derken…
Günlüğü 44 TL'ye gelen işçilerin hayatının
değeri konuşulmuyor. İşçiye 44 TL yatırım yapan işveren, onu
hayatta tutacak önlemlere kaç TL yatırır ki?
Mesela, öbeklenmiş bekliyor kafamda sorular;
toplu yas tutmak için ölü sayısının asgarisinin ne olması
gerekiyor? 150 mi? 200 mü?
200’ü geçti, yas ilan ettik.
İçimdeki en büyük isyandır ANAP’ın 10
Kasım’ları toplu yas tutmaktan çıkarması.
Birlikte ağlamayı bilmeyenlerin birlikte
gülecek günleri olmaz.
Birlikte yas tutmayanların birlikte yaşamaları
olmaz.
Sontag’ın sözüne dönecek olursak…
Kendi acımıza ağlar gibi olmasa da, Soma’nın
acısına ağlayalım. Gözyaşlarımız, “birey” kutsamasıyla ayrı ayrı
düşmüş insanları birbirine yapıştıracak kadar güçlü bir
tutkaldır.
AKLIMDA KALAN
Karalar
bağlamak: Evim bir
site içinde. Biz her bayram binalarımız arasına çelik halatlarda
dev bayraklar asarız. Her 10 Kasım’da Mustafa Kemal fotoğrafları
dolar gözlerimizin içine. Soma acısının sıcağında, site
yöneticimizi aradım, “Biz neden birlikte yas
tutmuyoruz?” dedim, anlamadı. “Neden bayrak
asıyoruz da acı günlerimizde de karalar bağlamıyoruz, kapkaradan
kumaşlar asmıyoruz?” “Haklısınız”, dedi yönetici,
“Düşünmedik bunu, yapmamız gerek.” “Evet” dedim,
“ben çektiğimiz acıların paylaşılmasının bizi daha insan
yapacağına inanıyorum.” Yöneticimiz kara kumaş siparişini
hemen verse de yetişmeyecekti Soma için asmaya. Yine de sipariş
verecek. Dilerim asmak hiç nasip olmaz.