Uğur Dündar güçlü bir isim. Gücü tek kanallı televizyonun
kameraya bağlı mikrofonuyla hırsız, arsız, yolsuz kovaladığı
günlere dayanır.
Ama sadece bundan ibaret değildir. Arkasında ona
güvenen ciddi bir insan topluluğu var.
Uğur Dündar markası, medya çizgisi ve sokaktaki
insanların ona duyduğu güvenin toplamıdır.
Bu nedenle.
Uğur Dündar’ın, ağzının içine bakan onca insan varken,
herkesin kurduğu cümleleri kurma özgürlüğü yoktur.
“Cumhurbaşkanlığı seçiminin sonucunu şezlong lobisi
belirleyecek” demesine şaşırdım o yüzden.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Tıpış tıpış oy verecekler”
lobisi, Dündar’ın “şezlong lobisi”ne karşı sanki.
CHP’nin siyasi kültürüne, insana saygısına ters düşen,
seçmeni aşağılayan “tıpış tıpış” ifadesine tepki vermek için
sandığa gitmeyeceklerle şezlong lobisini hiç ayrı tutmamış Uğur
Dündar?
Yoksa.
Onun gibi bir deneyim, Kılıçdaroğlu’nun, Erdoğan’ın
kazanması için elinden geleni yaptığının farkında değil mi?
Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ı seçtirme projesinin ikinci
aşamasında seçmeni aşağılayarak sandığa gitmesini önleme çabasını
görmüyor mu?
Hadi diyelim Doğan Grubu’nun yazarları, Erdoğan’a
teslim olmamak adına Ekmel Beyi yere göğe sığdıramıyorlar. Benim
bir tekini göremediğim meziyetlerini sıralaya sıralaya
bitiremiyorlar.
Peki Uğur Dündar, itiraz ettiği “etiketleme lobisi”nin
tuzağına nasıl düşüyor?
“Tıpış tıpış” sözleri sandığın önüne bir set gibi
konmuşken, Dündar sandığa gidilsin diye neden çırpınıyor? Sessizce
izlemek varken.
SANDIĞA GİTMEYECEK SEÇMENİN
RUH HALİ
Bu ülkenin geleneğinde devletle insan arasındaki bağ,
“görev” sözcüğüyle tanımlanır.
Seçimlere katılım oranındaki yükseklik de siyasi
bilinç yüksekliğinden falan kaynaklanmaz. Oy vermek görevdir o
kadar.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP seçmeni tam üçe
bölünecek;
Bir, tıpış tıpış gidip oy verecek olanlar,
İki, görev niyetine sandığa gidip geçersiz oy basacak
olanlar,
Üç, görev falan dinlemeyip sandığa gitmeyecek
olanlar.
İşte bu üçüncüler;
Bir, kendilerini ihanete uğramış hissediyorlar,
İki, “tıpış tıpış” aşağılamasını hak etmediklerini
düşünüyorlar,
Üç, kötü ile daha kötü arasında seçim yapmayı
reddediyorlar,
Dört, yenilgiyi kabullenip “pes” diyorlar,
Beş, Gül olduysa Erdoğan neden olmasın diyorlar.
ADI: ÇATI, SOYADI:
ADAYI
11 yaşındaki Bora ve 6 yaşındaki Aral. Yeğenlerim.
Sözcük oyunları oynuyoruz, sayılı sözcüğe tıkıştırılmışlıktan
kurtulmak için.
Ne kadar çok sözcük bilirsek dünyamız o kadar geniş
olur, buna inanıyorlar. Halaları gibi.
Son harften sözcük buluyoruz. İşi ilerlettik, hızlı
söylememiz gerekiyor. Beklemeye tahammül yok.
Sıra bende. Bora “amaç” deyince, benden “çatı” çıktı.
Aral, “Kural hatası halacım” dedi. Ortalık karıştı. “Hata yok”
dedim, Aral ısrarlı: “Var halacım, bu oyunda özel isim yok. Çatı
özel isim.”
Nasıl yani? Çatının özel isim olmadığını anlatmaya
kalktığımda cevabı yedim: “Yanlış biliyorsun halacım, televizyonda
çatı adayı diye bir adam var. Adı çatı, soyadı adayı. Ben
gördüm.”
AKLIMDA
KALAN
“Saat kaç?” sorusu: Eski Bakan Zafer
Çağlayan restoranda yemek yerken, yan masadan saati sormuşlar.
Beyefendigiller köpürmüş. Benim öğrencilerim “saat kaç” sorusunu
çok iyi bilirler. “İktidarın her yerdeliği” kavramını açıklamak
için iyi örnektir. Habermas, iktidarın belirli bir yapıya
hapsedilemeyeceğini, kaygan olduğunu ifade eder. Örneğin bir kimse
“saat kaç” diye sorduğunda, bir iktidar üretmiş olur. Sorunun
muhatabı yanıt vermek zorundadır. Yanıt vermediği her durum
olumsuzluk ifade eder; ya duymamıştır, ya konuşmak istemiyordur ya
da başka bir olumsuz durum söz konusudur vs. Bu bilgiden Zafer
Çağlayan'ın tepkisine baktığımızda, durum daha net anlaşılır.
Birileri Çağlayan’a “saat kaç” dediğinde onun tepkisi olumsuz
olduğu için iktidar saati soranların tarafında üretilmiştir.