Lütfullah Göktaş'a açık mektup / önemli rica

Lütfullah Göktaş'a açık mektup / önemli rica

Nuran Yıldız nuran@nuranyildiz.com

Sayın ve de sevgili Lütfullah Göktaş

(Cumhurbaşkanlığı Basın Başdanışmanı),

Kişisel hukukumuzu bir yana bırakarak, sizden açık bir ricada bulunacağım.

Normalde. Bir köşe yazarının, bir iletişim hocasının, en üst makamın basın danışmanına iletişim, medya konularında yazması beklenir.

Fakat toplumda öyle şeyler yaşanıyor ki, "yemişim medyasını" (gittikçe daha çok argo sözcükler tercih eder oldum nedense) dedirtiyor insana.

Bu mektup, Hürriyet'te ve diğer medyada yer alan "çocuk tacizi" haberiyle ilgili.

Sayın ve de sevgili Lütfullah Göktaş,

"Kadına şiddete hayır" kampanyalarına hep mesafeli durdum.

Kanımca şiddetin ve de tacizin cinsiyet, yaş gibi kriterlerle ayrışmasını hiç ama hiç anlamadım.

Kadına da, çocuğa da, yaşlıya da her tür şiddet ve tacize karşı acil önlemler gerekli.

Şimdi.

Rize'de, İl Özel İdare'de görevli bir öğretmen (aklımdan geçen sıfatları buraya yazamam), erkek çocuklara tacizden tutuklanmış.

33 yıldan sonra!

33 yıl, kimlere neler yapmış orası meçhul.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bu insan şeklindeki yaratık hakkında soruşturma başlatmış.

Cumhurbaşkanlığı başdanışmanı olarak size yazma nedenim, bu konuyu sahiplenip takip etmenizi önemle rica etmek.

Çünkü olayda devleti fazlasıyla ilgilendiren bir ayrıntı var.

Aynı şahısla ilgili 2007'de de soruşturma açılmış. Daha önceleri de şikâyetlerde bulunulmuş.

Ancak. Dönemin "mülki idare amirleri" yargılamaya izin vermemiş!

Sevgili Göktaş,

Toplumun genelinin çok hassas olduğu böyle bir konuda, yargılamaya izin vermeyen o mülki idare amirlerinin de soruşturmaya dahil edilmesi için elinizden geleni yapmanızı istiyorum.

Onların da "işbirlikçi" olarak suça ortak edilmelerini sağlamanız.

Lütfen bu konunun takibine Cumhurbaşkanlığı olarak özel ilgi gösteriniz.

Lütfen.

BEN OLSAM "BAŞKANLIK SİSTEMİ" İSTEMEZDİM

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yerinde ben olsam, hayatın sunduğu bu fırsatı "Başkanlık sistemi" isteyerek heba etmezdim.

Ben olsam sistemi kökten değiştirir, padişahlık, krallık gibi bir sistemi talep ederdim.

Kuvvetler ayrılığıymış falan hiç uğraştırıcı işlere girmezdim.

Neden derseniz, yeryüzünde hiçbir iktidara, MHP'sinden, CHP'sine, HDP'sinden STK'sına kadar bu kadar dökülen bir muhalefet nasip olmaz da ondan.

Ortam tam "ne istersen yap" ortamı.

DELİ MİYİM, NEYİM Kİ...

İletişim yönetimi konferanslarımın değişmez cümlelerinden biri şudur:

"Dünyayı değiştirmek istiyorsanız, önce kendinizi değiştirin."

Çünkü iletişimin büyüsüne, büyünün de insanın kendisinde olduğuna inanırım.

Hafta sonu, Ayşe Arman'ın Ali Denizci söyleşisini okudum. Adam kendini "deli" olarak tanımlıyor. "Zır" cinsinden.

Hem de öyle böyle deli değil, tam 8,5 ay mezarda yatıp kalkmış! Ben asla yapamazdım. Ama öyle bir laf etmiş ki, kendime fazlasıyla yakın buldum:

"Devrim yapmak istiyorsan önce kendini devirmekle başlayacaksın!"

ALKIŞ

Futbolda o kadar az alkışlanacak iş oluyor ki, bulunca kaçırmamak lazım.

Bu kez Mustafa Denizli alkışı hak etti.

Kupa maçında. Galatasaray'da Umut Bulut, boş kaleye gol atamayınca insanlıktan çıkmış taraftarın protestolarına uyup maçtan çıkmak için kenara geldi.

Mustafa Hoca, onu maçtan almak yerine yeniden sahaya gönderdi.

GS'nin, taraftarın borusunun öttüğü değil, teknik adamın kontrolü elinde tuttuğu bir kulüp olduğunu gösterdiği için alkışlamak gerek.

AKLIMDA KALAN

O güzelim gözyaşları: Obama silahlanmaya sınır getiren düzenlemeyi açıklarken gözyaşlarını tutamadı. Beyaz Saray'da ne gerçektir, ne roldür birbirine girer. Hangisi olursa olsun o gözyaşları anlamlıydı. Silah lobisi, ABD Kongresi üyelerini parmağında oynatacak kadar güçlüdür. Dolayısıyla silahlanmanın sınırlanması da olanaksız gibidir. Obama, "topal ördek" denen son döneminde, kongreyi devre dışı bırakarak kısıtlı da olsa bir düzenleme getirdi. Dahası, konuşmasında "Silah lobisi Kongre'yi rehin almış olabilir ama Amerika'yı alamaz" diyerek ABD sisteminin lobi şirketlerince yönetildiğini de açık etmiş oldu.