Ekrem Dumanlı bu süreçte hep konuştu.
Konuşuyor. Konuşacak.
Çok şey söylüyor görünse de. Ben. Kafamdaki soruların
yanıtlarını bulamıyorum.
Mesela:
Düşünün. Bir gazetenin yayın
yönetmenisiniz.
Bulunduğunuz tüm pozisyonlar. Sağladığınız tüm etki alanı.
Konuşulur olmanız. Dikkate alınmanız. Hepsi ama hepsi konumunuza
dair.
Ve bir gün. Suçlamalar arasında. Size diyorlar ki:
"Gülen istiyor, siz yazıyorsunuz."
"Siz bir hiçmişsiniz" demeye getiriyorlar.
Kuklaymışsınız algısı yayılıyor.
Bu durum mu daha ağır, terörist suçlaması mı?
Dumanlı yanıt vermiyor.
Mesela:
Cumhurbaşkanı "Bunların yaptığı gazetecilik
değil" derken. Yakın geçmişte. Sabaha karşı gazeteciler
evlerinden alınırken. Aynı cümleyi Dumanlı'nın da kullandığı
hatırlanırsa...
Erdoğan'la aynı cümlede buluşmak nasıl oluyor da oluyor? Dumanlı
söylemiyor.
Mesela:
Gözaltı sürecinde. STV dizileri suç unsuru
olarak önüne konduğunda yaşadığı isyan, Ergenekon sürecinde
dosyalara giren "Nefes" filmini Ekrem Dumanlı'nın
aklına getirdi mi? Bilmiyoruz.
O günlerde. "Nefes"e gösterdiği hoyrat tutumu
hatırlayıp, yüzü az biraz kızardı mı?
Tamam. Bize yaptıklarının karşılığını aldılar diyecek
kadar kindar değilim. Sadece insanca bir merak
benimkisi.
Kıssadan hisse bir: Gazeteci, yüz kızarmasını
unuttuğu gün gazeteci olmaktan çıkar.
Kıssadan hisse iki: Hayat sizin başınıza
gelenlerle başlamaz, başınıza gelenlerin öncesi sırtınızda yüktür.
Ya ağır ya da hafif.
HAYRİ İNÖNÜ'NÜN ÖĞRETTİĞİ
ŞEYLER
Hayri İnönü, Şişli Belediye Başkanı seçildiği
günlerde "Bu kadar naif biri, sert siyasetle baş
edemez" hissi yaymıştı.
Mustafa Sarıgül de aynı gerekçeyle, Hayri Beyi
"kolay lokma" sanmıştı. Boğazında kaldı.
Hayri Bey;
Bir, yumuşak atın tekmesi pek olurmuş,
gösterdi.
İki, vekâlet sistemi siyasette işlemezmiş,
örnekledi.
Üç, iktidar denen meret kediyi bile aslana
çevirirmiş, kanıtladı.
Dört, kapalı kapılar arkasında dönen dolaplar,
kapalı kapılar arkasında kalmazmış, anlattı.
NE YAZDIM, NE
OLDU...
Üç hafta önce. Doğan Tv CEO'su İrfan Şahin'in, uzatmaları oynar
gibi panik yaptığını, paniğin de hatalara yol açtığını
yazmıştım.
Bu hafta Kanal D'de. Programlar direktörü dahil, dört kişinin
işinden olduğunu öğrendik.
Medyada böyledir. Üst yönetimlerin hatalarını orta ve alt
çalışanlar öderler.
CEO'lar. Günü geldiğinde. Tanrıların önüne yeni kurbanlar atarak
kendi koltuklarını korumaya devam ederler.
TRABZON CAMDAN ODADIR, ERSUN YANAL
UNUTUYOR
Ersun Yanal Trabzon'a gidince. Fatih
Terim-Ersun Yanal karşılaştırması yapmıştım. Spor camiası
yazıya fazlasıyla ilgi göstermişti.
İki tarafı da tanıyanlar Terim'e haksızlık yaptığımda, Yanal'ı
abarttığımda hemfikirdiler.
10 yıl önce tanıdığım Yanal ile bugünkü Terim'i
karşılaştırmıştım oysa. Geçen zamanı yok sayarak.
Bugün gördüğüm ise Trabzon'un Ersun Yanal'a
yaramadığı. Yenilgi ve beraberlikleri kast etmiyorum.
Şimdi kaybeder, sonra kazanır, konu o değil.
Nedense. Kendisini işine vermiyormuş gibi. Rehavete teslim olmuş
sanki.
Sanki. "Nasılsa 9 Trilyonu aldım. Trabzon'da. Gözden
uzakta keyfimi sürerim" diyor olabilir.
Eğer öyleyse. Unuttuğu bir şey var: Trabzon camdan bir
odadır. Fenerbahçe'de gizli kalan, Trabzon'da kalmaz.
Dahası. Üst üste yenilgi ve beraberliklerde gerekçeyi üç günde
bir maç yapmak olarak açıklıyor.
Mazeretlere sığınmayan Ersun hoca gitmiş, sızlanan biri gelmiş.
Fener'den ayrılma sürecinde yarattığı karizmayı sahanın orta yerine
gömüyor.
AKLIMDA KALAN
"RTÜK'ün şiddet eğilimli uzmanlarını ne
yapacağız?" sorusu: RTÜK yine acıklı bir karar
almış. Eşlerinin önünde başka kadınlarla dans ediliyor diye Kanal
D'ye ceza kesmiş! İnsanın "sana ne kardeşim"
diyesi geliyor ama durum daha da vahim. Belli ki RTÜK uzmanları
görevlerini sadece "ahlak zabıtalığı" olarak
tanımlamışlar. Öyle olmasa. Bir kanala ceza kesmeyi kafalarına
koymuşlarsa (!), onca aşırı şiddet içerikli (cinayet,
işkence, uyuşturucu vs.) film, dizi dururken dans edenlere
kafayı neden taksınlar ki? RTÜK raporlarını yazan uzmanlar
ya kendilerini ahlak zabıtası sanıyorlar ya da kendileri doğrudan
şiddeti sempatik buluyorlar.