Geçen Perşembe akşamı, Taksim’de az sayıdaki gazetecinin fakına vardığı, bana göre sembolik açıdan çok anlamlı bir yemek vardı.
Özellikle Koç grubunun prestijli markası Divan için güzel bir olaydı.
Çünkü “Divan Brasserie” yenilenen Atatürk Kültür Merkezi’nin hem de fuayesinde bir şubesini açtı.
Açılış yemeğine ben de davetliyrim, ancak aynı gece Cem Yılmaz’ın Netflix için yaptığı “Erşan Kuneri” dizisinin galasına davetliydim ve daha önceden söz verdiğim için oraya gittim.
Gezi Parkı'nda çok sembolik bir buluşma
Benim gözümde sembolik bir anlamı vardı bu olayın.
Divan, Gezi olayları sırasında biber gazından kaçan insanların sığınması için kapılarını açan kuruluştu ve bu nedenle iktidarın bazı kalemleri tarafından da eleştirilmişti.
Oysa çok insani bir davranıştı.
AKM ise, Gezi gösterileri sırasında üzerine dev pankartlar asılan binaydı.
Sonra yıllar geçti.
Bugün AKM’de aynı Divan’ın bir şubesinin açılması, o duyguların aşıldığını gösteriyor.
Özlediğim bir şeydi bu benim.
Çünkü Divan Taksim bölgesinin sembol bir markası ve AKM’ye de çok yakıştı.
Tabii Divan denince aklıma Vehbi Koç’un kızı Semahat Arsel geliyor.
Çünkü Divan bir anlamda onun yarattığı marka.
Koç aile albümünde Rum dadımı ilginç bir aile
Güzel bir tesadüf, Divan’ın AKM’de açıldığı şu günlerde Semahat Arsel’in de “Kuşaktan Kuşağa” adlı hatıra kitabı yayınlandı.
Rahmetli Vehbi Koç ve Suna Kıraç’tan sonra aileden gelen üçüncü hatıra kitabı bu.
Herbirinde de hiç bilmediğimiz çok ilginç hatıralar var.
Buna bir de aileden sayılan Can Kıraç’ın kitabını da ekleyebiliriz.
O da çok renkliydi…
Bu hatıra kitaplarının şöyle ilginç bir yanı var. Kitapla birlikte ailenin fotoğraf albümleri de açılıyor ve bütün Türkiye’nin, kamu önündeki imajı ile tanıdığımız bu simalarla ilgili çok ilginç fotoğraflar görüyoruz.
Mesela Can Kıraç’ın kitabında İnan Kıraç’ın küçüklüğünde çekilmiş, saçları kız çocuğu gibi uzatılmış bir fotoğrafı vardı.
Semahat Arsel’in kitabında da ailenin üç kızının ve Rahmi Koç’un çocukluğuna ait çok ilginç fotoğraflar yayınlanmış.
Özellikle Rum dadı ile çekilen fotoğraf o günün sosyolojisini de çok iyi anlatıyor.
En ilginçlerinden biri de Fenerbahçe Kulübü Başkanı Ali Koç’un bir çocukluk fotoğrafı.
67 yıl önce Koç'un evinde gayet efendi bir çocuk
Semahat Arsel’in kitabında bana çok sıcak gelen ve Vehbi Bey’in kızları ile ilgili modern tutumunu yansıtan çok güzel bir bölüm var.
Semahat Arsel’in kaybettiği eşi rahmetli Nusret Arsel’le tanışması ve evlenmesinin hikayesi bu.
Aynen şöyle olmuş.
1955 yılının başlarında Vehbi Koç Ankara’daki evinde genç bir adamı akşam yemeğine davet eder.
Vehbi Bey’in sık yaptığı bir şeydir. Şirketinde çalışan genç insanları evine davet ederdi.
O nedenle kızı Semahat Arsel bu daveti hiç yadırgamamış. Dikkatini çeken tek şey, o akşam babaannesinin de yemeğe katılmasıdır.
Genç adam yemekten sonra kalkıp gider.
İşte o sırada garipsediği ikinci bir şey daha olur. Annesi gelen çocuğu beğenip beğenmediğini sorar.
Kızından aldığı cevap şudur:
“Gayet efendi bir çocuk…”
Ankara Garı'nda iç kıpırdatan bir karşılama
O sıralarda Semahat Arsel zattüre geçirmiş ve nekahat dönemindedir. Havası ona iyi geldiği için İstanbul’da Çiftehavuzlar’da deniz kenarında kiralanan Ragıp Paşa Köşk’ünde kalmaktadırlar.
Evdeki yemekten birkaç gün sonra trenle İstanbul’a gitmek üzere Ankara garına gelirler.
O dönemlerde tren yolculuklarında uğurlama geleneği vardır.
Bir çok akrabası ellerinde paketlerle onları uğurlamaya gelmiştir. Semahat Arsel işte o kalabalık içinde elinde kırmızı bir gülle duran bir genç adamı farkeder.
Üç akşam önce yemeğe gelen çocuktur o…
Semahat Arsel o anki duygusunu kitapta şöyle yazıyordu:
“O zaman içimin kıpırdadığını hissettim…”
Vehbi Koç'un İstanbul trenindeki çok ilginç sözü
Sonra tren hareket eder ve bir evlilik yolculuğunun ilk istasyonuna gelirler.
Trende babası Vehbi Koç kızını karşısına oturtur ve sorar:
“Bu çocukla evlenmeyi düşünür müsün, düşünmez misin?”
Kızının cevabını beklemeden devam eder:
“Eğer düşünürsen bir müddet görüşün” der.
Semahat Arsel bu noktada babası Vehbi Koç’un çok önemli bir yanını şu cümlelerle anlatıyor:
“Babam gerek benim gerekse kardeşlerimin evlenmeleri konusunda çok anlayışlı ve açık hareket etti, kararı tamamen bizlere bıraktı…”
Bu cümleler, Cumhuriyet Ankara’sının modern anlayışını da çok güzel anlatmıyor mu…
Tanışayım ama evlenmeyi düyünmüyorum ABD'ye gideceğim
O gün istasyona gelen genç adamın adı Nusret Arsel’dir…
Yani bugün Semahat Hanımın aldığı soyadını taşıyan insan.
Babası Mehmet Arsel Koç şirketinin ilk çalışanlarındandır. Şirketin muhasebe müdürlüğünü yapmaktadır.
İki oğlu Nusret ve İlhan Arsel Avrupa’da eğitim almış ve halen Koç şirketinde çalışmaktadırlar.
O sırada Koç’un ilk ortaklarından Mösyö Bernard Nahum, Nurset’i tanımış ve Koç’a o tavsiye etmiştir.
Nahum bunu önce Nusret Arsel’e açmış ve Semahat hanımla evlenmeyi düşünüp düşünmeyeceğini sormuş.
O da “Semahat Hanımla tanışayıM ama ben Amerika’ya gitmeyi kafama koydum, şu anda evlenmeyi düşünmüyorum” demiş.
Evlenme teklifi yapılırken pikaba konulan parça
Ancak bu karar lafta kalmış ve o yılın Ağustos ayında bir gün Nusret Arsel elinde güzel bir gül demeti ile Çiftehavuzlarodaki köşke gelmiş.
Sonra pikaba Mozart’ın 41’inci Senfonisini koymuş.
Müzik çalmaya başlayınca “Benimle evlenir misiniz” diye sormuş.
Semahat Hanımın cevabı ne olmuş derseniz, işte şu olmuş:
“Fikren ve kalben hazır olduğum için evet dedim…”
Sonra işler hızlanmış.
Nişan yapmamaya, onun yerine Semahat Arsel’in doğum günü olan 8 Eylül’de aile arasında yüzük takmaya karar vermişler.
Yüzük takılacak akşam İstanbul'da bir felaket
Arsel ailesi İstanbul’a gelip Beyoğlu’ndaki Tokatlayan Oteli’ne yerleşmiştir.
Ancak tarihe dikkat…
Yıl 1955’dir…Gün ise 8 Eylül…
Türkiye tarihine kara leke olarak yazılan 6-7 Eylül olaylarının yaşandığı günler yani…
İstanbul’da Rumların yaşadığı mahallelere, işyerlerine o vicdansız saldırıların yapıldığı iki kanlı gece yani.
Yüzük Koçlar’ın Caddebostan’daki evinde yapılacaktır.
Ancak o gece Beyoğlu’ndaki otelden çıkmak mümkün değildir.
Yine de canlarını tehlikeye atarak otelden çıkarlar ve biraz gecikme ile Koç’ların evine gelirler…
Kitapta Koç ailesinin çocuklarına dadılık yapan Rum kadının en olduğu ile ilgili bir bilgi yok.
Ama eminim yüzüğün takıldığı akşam onu hatırlamışlardır…
Bu ülkede herkesin hafızasında unutmak istediği, unutamasa da hatırlamak istemediği böyle acı hatıralar vardır.
Semahat-Nusret Arsel çiftinin düğünü için ilk adım işte böyle hüzünlü bir gecede atılır.
Ve Gezi'nin ucundaki Divan Oteli açılıyor
Düğünleri ise 5 Ocak 1956 akşamı, Gezi parkının ucunda yeni açılan Divan Oteli’nde yapılır.
O gece otele dışardan konuk alınmaz.
İsviçreli pastacıların hazırladığı pastalar yenir.
Gecenin süperstarı ise Müzeyyen Senar’dır…Yani Vehbi Bey’in en sevdiği sanatçı.
O gece sadece şarkı söylemez, davetlileri kaldırarak bol bol oynatır.
1955 yılının bir Ağustos günü Mozart’ın 41’inci Senfonisi ile başlayan bu beraberlik, Nusret Arsel’in vefat ettiği 18 Ocak 2014 yılına kadar devam edecektir…
Ertesi günü Hürriyet'te birinci sayfadaki manşet
Hürriyet gazetesinin efsane genel yayın yönetmeni Necati Zincirkıran ertesi gün gazetenin birinci sayfasından haberi şöyle verecektir:
“Türkiye’nin en şahane düğünü, dün divan otelinde yapıldı…”
Haberde şöyle bir cümle vardır:
“Koç bu oteli ‘Türkiye’de bir Türk otel yapar ve işletebilir iddiasıyla vücuda getirmişti…”
Divan’ın o gece başlayan güzel serüveni, Perşembe akşamı Atatürk’ün adını taşıyan ve yeniden harika biçimde inşa edilen Kültür Merkezinin fuayesindeki Divan’la devam ediyor…
Artık Gezi parkının iki ucunda birer Divan var…
Ve Fellini’nin Amarcord filminde dediği gibi:
“Et la nave va…”
Ve gemi gidiyor…
********
(*) Semahat Arsel: “Kuşaktan Kuşağa”; Hazırlayan: Ayşe N. Sümer; Yapı Kredi Yayınları; Mart 2022