Geçtiğimiz hafta reklam sektörü dergilerinden MediaCat’in bir
araştırması yayınlandı. Eminim birçok köşe yazarı arkadaş
görmüştür.
Araştırmanın sonuçlarına göz atarken kendi kendime
‘Acaba bu araştırmayı Silivri’de mi yaptılar?’
diye sordum.
Okumaya devam edince anladım ki Silivri’de değil, 13 farklı ilde
yapılmış.
Fakat il sayısının çokluğu çıkan sonucun tuhaflığını ortadan
kaldırmıyor.
Araştırmada beni hayrete düşüren, en çok okunan ve en çok
beğenilen köşe yazarlarının Emin Çölaşan, Bekir Coşkun,
Yılmaz Özdil ve Hıncal Uluç olarak ilan edilmesi
oldu. Dünya görüşleri paralel dört isim zirvede,
dikkat edin lütfen.
Bu listede bir tuhaflık yok mu sizce de?
(Bu araştırma, reklam sektörünün nerede durduğunun da
küçük bir göstergesidir. İlgilenen arkadaşların dikkatine
sunulur.)
Bense, böyle araştırmalarda kendilerine paye verilse de, bazı
köşe yazarlarının kaybolduğunu düşünüyorum.
Evet, bazı köşe yazarları birden bire piyasadan
siliniveriyorlar.
Yazmayı bırakan köşe yazarlarından söz etmiyorum. Medyada
varlıklarını sürdürdükleri halde, gündemden düşen, etkilerini
kaybedenlerden bahsediyorum.
Daha önce her yazdığı gündem oluşturan, yazdıklarıyla isminden
söz ettiren bir yazar, gazetesini değiştirdiğinde bir bakıyorsunuz
birden bitkisel hayata giriyor.
Mesela Emin Çölaşan. Hürriye’te yazarken yarattığı
etkiye bakın, bir de şimdiki etkisine bakın.
Uzun zamandır Emin Çölaşan’ın esamisi okunuyor mu? Kim okuyor
Emin Çölaşan’ı? Son birkaç yıldır hangi yazısı dikkat çekti?
Çölaşan Hürriyet’te yazarken kendi adıma görev icabı da olsa
yazılarına göz atıyordum ama artık göz atma ihtiyacı da
hissetmiyorum.
Aynı durum Bekir Coşkun için de geçerli değil
mi? Hürriyet’te yazdığı dönemde her yazısı konuşulan,
tartışılan Bekir Coşkun, Habertürk’e geçince birden bire kayboldu.
Hani Emin Çölaşan için gittiği gazete çok zayıf, ondan etkisini
kaybetti desek bile, peki Habertürk’e giden Bekir Coşkun için ne
diyeceğiz?
Habertürk’te kaybolan Bekir Coşkun, Cumhuriyet’e gidince sanki
yazmayı toptan bırakmış gibi olmadı mı? Aylardan beri kendisinden
tek satır haber alamıyoruz.
Benzer bir etki kaybını Ahmet Taşgetiren’de de
görüyoruz. Ahmet Taşgetiren Yeni Şafak’ta yazarken çok
etkiliydi. Okunuyordu, dikkat çekiyordu, ne dediği merak
ediliyordu.
Fakat Taşgertiren’in bir ‘kaza’ sonucu gazetesiyle yolunu
ayrılmasıyla, Bugün gazetesine geçti. Nasıl oldu, niçin oldu
bilmiyorum ama Ahmet Taşgetiren de Yeni Şafak’daki etkisini
gösteremez oldu.
Ya Serdar Turgut’a ne demeli? Hürriyet’teki
Serdar Turgut ile Habertürk’teki Serdar Turgut aynı etkiyi
bırakıyor mu?
Etkisini kaybettiğini düşündüğüm diğer bir köşe yazarı da
Nuray Mert. Biliyorsunuz Nuray Mert’in radikal
yazıları çok dikkat çekerdi. Gazetenin tirajı düşüktü ama Nuray
Mert’in yazıları gündem oluştururdu.
Nuray Mert ani bir kararla Hürriyet’e geçti. Tiraj olarak eski
gazetesinden kat be kat fazla satan bir gazeteye gitmiş olmasına
rağmen, Nuray Mert de kayboluverdi. Nuray Mert sanki
yazarlığı bırakmış gibi oldu. Sanırım o da bu kayboluşun
farkına vardığı için Hürriyet’i bırakıp Milliyet’e geçti. Bakalım
eski etkisini burada gösterebilecek mi? Sanırım gösterecek
gibi..
Köşe yazarları yer değiştiklerinde genel olarak etkilerinde bir
azalma oluyor. Köşe yazarı Türkiye'de kanaat önderi işlevi
göremiyor. Bir kampın mensubu olarak varlığını
sürdürüyor. Sonuç da böyle oluyor.
İnsanlar bir meselede köşe yazarlarının ne dediklerine, meseleyi
nasıl ele aldıklarına bakmak, birşeyler öğrenmek için
okumuyorlar. Herkes kendi görüşüne yakın olana, ne dediğini
bildiğine bakıyor.
İtibar gördüğü iddia edilen köşe yazarlarına dikkat ettiğimizde,
bu ‘itibar’ dağıtma okurla yazar arasındaki bir al-verden
kaynaklanıyor.
Burada kuşkusuz okurun beklentisi, seviyesi de köşe yazarlarının
aldıkları tutumu belirliyor. Bir nevi "müşterinin isteğine göre
dükkan" dizayn etmek bu.
Kanaat önderi olarak köşe yazarının görevi okura bir
fikir satmak, peki müşteri olarak okur aldığı bu fikirleri ne
yapıyor acaba?
Kaybolmadıklarını, etkilerini sürdürdüklerini varsaydığımız köşe
yazarları da varlıklarını meseleleri yorumlamalarındaki üstün
meziyetlerine değil, çıkardıkları tartışmalar ve girdikleri
polemiklere borçlular.
Yukarıda bahsettiğim ankette çok okunan yazarların başında gelen
Hıncal Uluç’un Defne Joy Foster'ın ölümüyle alakalı yazısına
gelen eleştiri neydi hatırlıyor musunuz? ‘ Hıncal Uluç’un gündeme
gelme arzusu.’
Hiç kimse Hıncal Uluç’ın bu yazıyı bir kanaat önderi, gazeteci
sorumluluğuyla ele aldığına inanmadı. Yazıya ve ileri sürdüklerine
kimse o gözle bakmadı.
Eh gündem olabilme başarısı da bir yere kadar değil
mi?