Yine günlerden salı. Yine siyasette
kumpanya günü. Siyasi parti başkanları gruplarında
değerlendirme yapacaklar.
Gündemde ciddi meseleler var.
Dolar almış başını gitmiş.
MİT Müsteşarı istifasını geri çekmiş. Adaylık
başvurusunu geri çekmiş.
F-4'ler düşmüş. Nedeni hakkında söylenenler
muhtelif.
Gündem hem fazla ciddi hem yoğun. Sıradan bir salı
yani.
Meclis'te. Grup kürsüsüne liderler çıkıyor birer birer. Merakla
bekliyoruz bir yorum, bir analiz.
İşin gerçeği, bizde de ipler koptuğundan o kadar merakla da
beklemiyoruz aslında.
Başbakan Davutoğlu "Kargaya bülbül sesi yakışır mı? CHP
karga, biz bülbülüz" diyor.
Tam "hoca" imajı nerede kaldı diyeceğim,
hocalık dediğin de zaten böyle bir şey. Fazla ciddi yapılacak iş
değil.
Sırada Kılıçdaroğlu var, soruyor: "Orası babanın
çiftliği mi?"
Durum bir tür ilkokul müsameresini
andırırken.
Cumhurbaşkanı Erdoğan aynı saatlerde. Aynı gün. Muhtarlara özel
düzenlenen kendi grup konuşmasında. Kılıçdaoğlu'nun üzerinde
konuşacağı konuların, Davutoğlu'nun yapacağı işlerin listesini
çıkarıyor.
KENDİ OKURUMA NOT
Okur soruyor, neden televizyonda yorum
yapmıyormuşum. Anlatayım.
Mesela geçen hafta. Önemli bir tv kanalının tartışma
programlarına katılıp katılamayacağım soruldu,
"olmaz" dedim. Çünkü;
Bir, sunucunun işine gelmeyecek bir cümle
kurmaya başladığımda lafı ağzıma tıkmasından hoşlanmıyorum.
İki, aklı başında cümleler edince reytingin
dibe vurduğu, hakaretler yağdırınca zirve yaptığı bir bağlamda
"çemkirici" rolü istemiyorum.
Üç, siyasi tartışma programlarını bizzat kendim
ciddiye almıyorum.
Dört, çok şey konuşuyor gibi görünüp hiçbir şey
konuşmuyor olmayı saçma buluyorum.
Beş, ekrandaki konuşmacılar arasında yanında ya
da karşısında oturmak istediğim kimse yok.
Altı, televizyondan verebileceğinden fazla şey
beklemiyorum. Tv boş vakit meşgalesidir.
Yedi, tv başında birileri var ve benim ne
düşündüğümü meraktan ölüyorlar gibi abuk bir ruh halim yok.
Sekiz, sadece iletişim konuşmak, iletişim
bağlamında yer almak istiyorum.
Sonuç olarak, bir durum analizine varım, bir tartışma
programında yokum.
İŞİMİZ İLETİŞİM
Belirsizlik arttıkça falcılığa ilgi de artıyor.
Astrolojiye talep zirve yapıyor.
En okumuşuyla, en okumamışı aynı merakta.
Oysa tahminde bulunmak için doğaüstü güçlere
gerek yok. Kullanırsanız, akıl da bir doğaüstü güç gibi
işleyebilir.
Doğru noktaları görür, onları doğru biçimde birleştirirseniz.
Resim ortaya çıkar.
Benim için doğaüstü olan iletişimin kendisidir.
Sözcükler notalar gibidir, doğru notaya basarsanız şahane bir müzik
çıkar.
Bodoslama dalarsanız, ortam zücaciye dükkânının fil çıktıktan
sonraki haline benzer.
Pazartesi sabah. Bu köşede. Erdoğan'ın "saray"
sözcüğünden vazgeçeceğini, "milletin evi"
diyeceğini yazdık. (Aylar önce de baştan yanlış
demiştik. Direndiler olmadı.)
Yazıdan bir gün sonra. Erdoğan, muhtarlara "Burası
milletin evi. Artık saray demeyeceğiz" dedi mi? Dedi.
Şimdilerde "külliye" demeye devam etse de.
Boşuna. Orası Beştepe'dir bundan böyle.
Konu çok mu önemli? Değil. Kendi kendime dalgadayım.
AKLIMDA KALAN
Dizilerin olmazsa
olmazları: Bizim dizilerde. Silah taşımak
kitap taşımaktan daha doğal. Silah görmediğim dizi yok,
kitap görmediğim dizi çok. Mafya babası olmazsa
olmaz. Üç eve bir mafya düşüyor. Hepsi de filozof.
İnsan öldürmek sıradan bir iş. Gizli bir iş
yapılacaksa, tüm şehirde in cin top oynuyor. Oyuncular
birbirlerine isimlerini söylemeden konuşamıyorlar.
Ne zaman acil hasta olsa tüm hastane o hastayı bekler vaziyette.
Çocuk oyuncular hiç gıcık edici sorular sormuyor, hepsi
sevimli. Evin dışında birinin olduğundan şüpheleniyorlarsa
sadece pencereden eğilip bakıyorlar. Hiç biri bizim gibi, kıpırtıyı
duyunca dışarı fırlayıp etrafı fır dönmüyor. Karadayı'dan
tutun Poyraz Karayel'e kadar böyle. Tamam dizi dizidir de,
izleyicinin zekâsına hakaret seviyesi bu kadar
aşağıya inmeseydi iyiydi.