Ne zaman annemin durumu ya da üniversite(ler)deki yoğunluk nedeniyle kısa bir ara versem, ülkede hiçbir şeyin bıraktığım yerde durmadığını görüyorum.
Yine öyle oldu.
Kenan T. Bey, e-postasında, "Yazılarınızı severek hatta en son kısmına geldiğimde tüh bu da bitti diyerek okuyorum. Bilin istedim. Hep yazın, sık yazın, olmadı üç beş kelimeyle boş gün bırakmayın" demiş.
İyi de Kenan Bey, benim hayatım zor, gündem de cıva gibi olunca bu dediğinizi yapmak hayli güç, yine de beni gülümsettiniz, teşekkür ederim.
"Kapı" metaforunu pek severim.
O kadar ki, her sinirli anımda elim kapının tokmağına giderken aklıma Cenap Şehabettin'in o sözü gelir:
"Çıktığın kapıyı hızla çarpmayacaksın, geri dönmek isteyebilirsin..."
"Kapı"dan devam edelim:
-1-
Sanırım epeyce önce bu köşede yazmıştım.
Davutoğlu'na hayli yakın olduğunu sonradan öğrendiğim İstanbul'dan bir arkadaşım, Ankara'da olduğunu ve bir kahve içip içemeyeceğimizi sormuştu.
Erdoğan Başbakan, Davutoğlu Dışişleri Bakanıydı. Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olmasından sonrasının tasarlandığı bir dönemdi.
O kahve sırasında arkadaşım sordu: "Davutoğlu'nun lider olma olasılığını değerlendirir misin?"
"Liderlik ve Davutoğlu, asla yan yana duramaz iki kavram" demiştim.
Söylediğim bir eleştiri değildi, bizimki gibi toplumların liderde aradığı niteliklerin Davutoğlu'nda olmadığını anlatmaya çalıştım.
Arkadaşım sinirlenmişti:
"Beyaz Saray'da baş başa planlanan Obama-Erdoğan görüşmesine kapıyı zorla açtırıp girmeyi başaran birine bence liderlik çok yakışır."
Davutoğlu Başbakan olunca, hep düşündüm.
Pelikan Dosyası'nın yazdıklarına inanacak olursak, parti içindeki temayüllerde üçüncü sırada olduğu halde genel başkan olmasının o kapıyla bir ilgisi olabilir miydi?
Ve. Başbakanlıktan alınmasının bu kez de son randevunun iptal edilip, o kapının yüzüne kapanmasıyla bir ilgisi olabilir mi?
-2-
Davutoğlu'nun veda niteliğindeki konuşmasının analizlerine bakınca.
Sanki konuşmayı bir ben okuyamamışım, anlayamamışım gibi hissediyorum.
"Yakıp yıkmadan gitti" diyen de var, "Sakin, sorun çıkarmayan bir üslupla gitti" diyen de.
"Kavga istemedi, isteseydi de kaybederdi" diyen de var, "Kriz çıkarıcı üsluptan uzak durdu" diyen de.
Hiç birine katılmıyorum.
Bana göre o konuşma "stratejik derinlik"le yazılmıştı.
Davutoğlu'nun uluslararası ilişkilerde çöken "stratejik derinlik" kavramı, ilk kez ete kemiğe büründü ve o konuşmayla parti içine özenle yerleştirildi.
Hedef kitleye teslim bir konuşmaydı.
Hedef kitle de sen, ben, bizim oğlan değildi.
İzleyicisi herkes, muhattabı bir tek Erdoğan olan bir konuşmaydı.
Abuk sabuk analizlere aldanmayın, Davutoğlu o konuşmayı yaparken de, ilk gezisinde Konya'ya giderken de "süt dökmüş kedi" gibi değil, "kapıları" gümbür gümbür çarparak gitti.
Analizciler kör ve sağır olabilir ama o kapı sesini, Cumhurbaşkanı Erdoğan tüm hücrelerinde duydu.
-3-
"Osmanlı'nın arka bahçesi" üzerine okurken bana en sarsıcı gelen bilgi şuydu:
Halk ön "kapı"da, "Padişahım çok yaşa" naraları atarken, sarayın arka "kapı"sından şehzade cenazelerinin çıkıyor olmasıydı.
Ve bunun 1389-1603 arasındaki her taht değişiminde böyle tekrar etmesiydi.
Cumhurbaşkanının yakın çevresi de bu bilgiyi zihinlerine yerleştirmiş olmalı ki, stratejisini "kapı" önünde bağıran seçmene göre değil, daha sert şekilde kuruyor.
8 YAŞINDAKİ ÇOCUĞUN BAHÇELİ ANALİZİ...
Bahçeli, "Hükümete gerekirse hukuki destek veririz" dedi ya. Biz de aile içinde tartışıyoruz:
"Hukuki destek"le ne demek istemiş olabilir?
8 yaşındaki yeğenim Aral, oynadığı oyunu bırakıp bizim muhabbete dalıverdi.
"Şimdi halacım" dedi, "Bu Bahçeli dediğiniz adam, biy paytinin başkanı değil mi?" (Şimdilik "R"lerimizde sorun var.)
"Evet" dedim.
"Başka paytinin başkanı ama, biy başka paytiyi destekleyeceğini söylüyor" diye mırıldandı ve sonra dönüp "Bu sanki şeye benziyoy, Bayselona kulübünün başkanı ama Yeal Madyid'i tutuyoy gibi."
Yanaklarına saldırıp mıncıklarken "Halacım" dedim, "senin yaptığın bu analizi, anlı şanlı siyaset bilirkişileri yapamıyor."
ANNELER HASTAYKEN BİLE ÖĞRETMEYE DEVAM
EDER...
Ben annemden, herkes gibi çok şey öğrendim.
Hayatı ertelememeyi mesela.
Korkmamayı.
Kendinden başka kimseye güvenmemeyi.
İstediğin şeyler için risk almayı.
Son yıllarda. Söylediklerimi anlamadığında, bir noktaya bakıp öylece kaldığında bile annem öğretmeye devam ediyor.
Meğer bir anneyle karşılıklı konuşabilmek ne büyük bir ayrıcalıkmış ve bu ayrıcalığı kaybetmek, hayatın en büyük kaybıymış onu öğretiyor şimdi de.
DİLEK DÜNDAR'IN ELLERİ...
Dilek Dündar'ın, kocasına gözdağı vermek için silah çeken saldırgana elleriyle yapışmasına baktım.
Kocasını koruma içgüdüsüne baktım.
Cesaretine baktım.
Sonra da dedim ki, kesinlikle Can'dan daha iyisini hak eden bir kadın.
AĞAOĞLU'NUN HAKİMİNE ÖNERİ
Ali Ağaoğlu hakkında, densizce ettiği "Gecelik ilişki isteseydim, İstanbul'da yatmadığım kadın kalmazdı" sözü nedeniyle soruşturma açıldı.
Nihayet. Bir savcı çıktı "Burası senin ahırın değil" dedi.
Davaya bakacak hakime naçizane önerim, kendisine para cezası ve hapis cezası verilmesin.
Önce, kadınlardan özür dilemesi sağlansın.
Sonra, yedi bölgemize yedi adet en az 500'er kişilik kadın sığınma evleri yaptırması sağlansın.
AKLIMDA KALAN
Tarkan'ın düğün fotoğrafları: Magazin gazetecisi arkadaşlarım, o kadar cilalamaya, parlatmaya çalışmayın. "Mutlu evlilik" haberleri yazmak için çırpınmayın. Hayatımda Tarkan'ın evlilik fotoğrafları kadar bana yapmacık gelen az fotoğraf gördüm. O pozlarda aşk görmüyorum. Evlenecek kadar tutku görmüyorum. Tam tersine aralarında gözle görülen bir mesafe var. Her duruşları, bakışları "bence bu mizansen" dedirtiyor. Kanımca bu evlilik, çocuk sahibi olmak için tercih edilmiş bir mantık evliliği. Mutluluk dilemek gibi bir anlamsızlık yerine "Her şey istedikleri gibi olsun" diyelim.