George... Benim George'um.
Kadınların çoğunun George'u. Altın Küre Ödül
Töreni'nde konuşurken...
Mimiklerini. Konuşmasında verdiği "es"leri.
Duruşunu. İzlerken. Anladım ki, evlenmiş bile olsa ona olan
aşkım zerre eksilmemiş. Olduğu gibi duruyor.
George evlendiğinde. Beni teselli yarışına giren okurlarımın
dediği gibi, evlenmiş de olsa aşk sürüyormuş.
Uzaktan uzağa. Değişen bir şey yok.
Son günlerde. George Clooney toplumsal
sorunlara daha ilgili görünüyor. Daha çok fikir belirtiyor. Duruma
bakılırsa bir yerlere adaymış gibi.
Dedikodular, Başkanlık yarışına gireceği
yönünde. Bence o zor iş. Belki de vali olmak istiyordur,
Arnold gibi. Hedef küçültmüştür. Hiç bilemem.
Ve. Fakat. Bizimki ilk kez eşi Amal ile kırmızı halıda
yürüdü ya. Poz verdi. Yetinmedi, kürsüde bir kez daha
"Amal..." diye başlayan aşk dolu cümleler
kurdu.
Yanlış bir seçim kampanyası bu.
Eğer kadınların oyunu istiyorsan. Bu kadar çekici bir
kadınla evlenmeyecektin. Madem evlendin, her topluluk
önüne çıktığında, aşkını ilan ederek kadın seçmenleri
kızdırmayacaksın.
Evet, ABD'de, mutlu evlilik görseli oy
getiriyor. Kamera önünde eşlerine aşk ilan edip, kapı
arkasında iş çeviren çok politikacı vardır.
Ama. Unutma. Sen kadınların hayalini süsleyen bir
adamsan, güzel eş, mutlu evliliğin de o kadınların kabul
edilebilirlik sınırları içinde kalması gerekir. Az defo
iyidir. Abartmayacaksın...
CUMHURBAŞKANI DALGA MI
GEÇİYOR?
Karşımda önemli bir profesör oturuyor. Hiç istemediğim halde
politik gündem konuşuyoruz.
Cumhurbaşkanının "kampüs yerine külliye
denebilir" ifadesi, merdivenlerdeki tarihten fırlamış
asker görüntüsü derken. Profesör arkadaşım "Artık karar
verdim" diyor, "Cumhurbaşkanı Erdoğan, hepimizle
dalgasını geçiyor.."
Haklı olabilir. Muhalefetin haline bakıp, can sıkıntısına
düşüyor, biraz eğlenmek istiyor olabilir.
Makine mühendisi profesör bile konuya girince, yazmam
gerekti.
Oysa. Kararlıydım. Kostümlü askerler görüntüsünü teğet
geçecektim.
Sadece. Tek şeye takılmıştım. Merdivenlerdeki
askerlerden sol önde duranın giysisine. Bana, onca resmiyet içinde
fazlaca komik gelmişti.
Giysileri ayna gibi parlıyordu! Tarihin hangi döneminde aynalı
askerimiz vardı, düşündüm düşündüm hatırlamadım.
Aynaları o kadar sırıtıyordu ki, hemen yanında olanca
ciddiyetleriyle duran Erdoğan ve Mahmud Abbas bile geride
kalıyordu.
Meğer o aynalı tip, Osmanlı askeriymiş! Fikre o
kadar aşık olmuş ki sahneleyenler, gerçekleştirirken de
abartmışlar. Metaller ayna parlaklığında çıkmış ortaya. Tüm
ciddiyet yok olup gitmiş.
Bu saatten sonra cumhurbaşkanlığı görevlilerinin yapacağı tek
şey başta aynalı asker olmak üzere, bu kompozisyonu Erdoğan'dan
uzak tutmak olmalı.
GÜZEL ŞEYLER...
Altında imza olmayan raporlarla ismi konuya dahil edilmiş biri
olarak devletin "gizli tanık" dosyasını açması
kadar güzel ne olabilir? Umarım bu dosyalar sadece son dönem için
değil, tüm yakın tarih için açılır.
Çevrenin bir milim toprağının turizmden gelecek paralara feda
edilmesine karşı biri olarak, Çevre Bakanı
Güllüce'nin "Caretta'ları üç şezlonga
değişmem" ifadesinden daha güzel ne olabilir? Umarım bu
bakış açısı caretta'larla sınırlı kalmaz.
ATLADIM, ÜZGÜNÜM
Geçen hafta yazmak için not aldığım ama sonra atladığım konular
vardı.
Mesela, "çalışan gazeteciler günü" saçmalığı.
Gazetecilik doktorluk gibi bir iştir. Nasıl ki doktor çalışsa da
çalışmasa da doktor ise, gazeteci de çalışsa da çalışmasa da
gazetecidir. Var mı itirazı olan?
Mesela, Altınordu futbol takımının yemin
uygulaması. Hürriyet spor servisinin habercilik başarısı.
Takım ruhunu özetleyen yemin töreni. Güzel haberdi.
Mesela, magazin elinde oyuncak olan Yıldız Teknik gibi
büyük bir üniversite. Popülizm ayyuka çıkınca,
üniversiteler de bundan payını alıyor. Ve üstelik. Sıradan mı
sıradan bir popçunun çemkirmesi yüzünden Yıldız Teknik'in magazine
konu edilmesi can sıkıyor.
ENCILA MI, ANGELA
MI?
Yakın bir dostumun kızı Almanya'da yaşıyor. Ve televizyon
haberlerinde Alman Başbakanı Angela Merkel'in telaffuz biçimine pek
kızıyor.
Nedeni ise televizyonlarda, Alman birinin isminin İngilizce
okunması. Bizimkiler "Encıla Merkıl" şeklinde
okuyorlar, oysa yazıldığı gibi okunmalıymış: Angela
Merkel.
İşinde titizlenmek isteyen televizyonculara duyurulur.
AKLIMDA KALAN
İletişim yönetimine dair iki
ders: Birincisi Mahsun Kırmızıgül
tarafından verildi. İşine güveniyorsan ortalıkta bağırman
gerekmiyor. Bunca magazin karmaşası arasında, inatla
sessizliğini korudu Kırmızıgül. Yıllar önce kendisiyle Aşkabat'ta
konuştuğumuz gibi yaptı. Geldi ve gişe hasılatında geçip gitti.
İkincisi, "Şeref Meselesi" dizisinden geldi. Ne
demiştim, haftalar önce bu köşede? "Bu diziyi bu kadar
köpürtmeyin. Telaş yapmayın. Sakin olursanız reyting alırsınız.
Dizide reyting için her şey var. Sadece işe güvenin." Öyle
de oldu. Kıssadan hisse; başarmak için abartmak gerekmez.