Suriye’de kimyasal silâh (sarin
gazı) kullanıldığına ilişkin somut bir kanıt var mı?..
Henüz yok…
Somut kanıt olmadığı gibi, Merkezi Hükümete bağlı ordunun da
kullandığının kanıtı yok…
Hatırlayın…
Irak’a müdahale,
Saddam’ın kendi halkına karşı kitle imha silâhı
kullandığının tespit edildiği açıklaması üzerine
gerçekleştirildi…
Milyondan fazla Irak’lı
öldürüldükten sonra bizzat
Amerikalı yetkililer, “yanılmışız; Irak’ta
kitle imha silâhı kullanıldığınız izlerine rastlayamadık; nükleer
silâha sahip olduğuna ilişkin herhangi bir tespitimiz de
olmadı” açıklaması yapmadılar mı?..
Yani…
“Saddam kendi halkına karşı kitle imha silâhı
kullandı… Nükleer silâha da sahip; İsrail’e
fırlatacak” iddiası; Mehmet
Barlas’ın da dediği gibi “Balon” çıkmadı
mı?..
İyi ama ya “Esed kendi halkını sarin gazı ile
öldürdü” iddiası da “balon”
çıkarsa?..
Hem; kralınızla iddiaya girerim ki…
Daha bir ay önce “Suriye’de rejim muhaliflerinin
elinde sarin gazı var” diyerek önemli bir “satranç
hamlesi yapan” Rusya Federasyonu’nun, muhtemel askeri
operasyon için “tamam beyler, basın, vurun”
diyeceğini hiç aklım almıyor…
Yani, BM’in operasyon yapması (şimdilik)
imkânsız gibi…
Ne kalıyor
geriye?..
“Özgür Dünya”nın
müdahalesi…
Yani; ABD öncülüğünde AB
üyesi ülkeler…
Ve ille de Türkiye…
Yine kralınızla iddiaya girerim ki; Irak’a
girip de trilyonlarca Dolar harcayan, ekonomisini
perişan eden, bütçe açıkları ve
borçlanması tarihinin en yüksek düzeyine çıkan ve
tabii ki üstüne üstlük (gizlense de) 5.000
askerini savaş meydanlarında bırakan ABD bu defa
“asker” göndermeyecektir…
Ya da Türkiye’ye dönüp:
“Hadi bakalım Türkiye!.. Suriye’de olup bitenden en
çok sen şikâyetçisin… Biz sarin gazı veya bir başka kimyasal
kullanıldığından emin değiliz ama siz belli ki kimyasal
kullanıldığından şüphe etmiyorsunuz… O halde buyurun… Müdahalenize
müdahale etmeyeceğiz…” derse ne
yapacağız?..
Efendim
efendim?..
“Yok artık daha neler mi?”…
Yahu efendiler!..
Dersimiz “Dış Politika”…
Her türlü ikiyüzlülüğün ve beyin orospuluğunun tam da bir
hanımefendi/beyefendi nezaketiyle sergilendiği
“silâhsız savaş”…
Her şeyin olup biteceği; beş dakika önce
“siyah” olduğu kabul edilen bir renk için beş
dakika sonra, “pardon yanılmışız; siyahmış”
denilebildiği bir insan ilişkileri platformu…
İnşallah öyle bir durumla karşılaşmayız ama lütfen not
edin…
Ne ABD girecek o topa; ne de
AB üyeleri…
Haaa,
pardon…
ABD, İngiltere, AB ve
Rusya-Çin; Esed’ten sonra
Suriye’nin Müslüman Kardeşler
tarafından değil de; Esed gibi laik
cumhuriyetçi ve hatta İsrail’in varlığını
da kabul eden bir gurup devlet adamı (!) tarafından
yönetileceğinden emin olurlarsa, zaten o zaman da “savaşa,
silâhlı müdahale”ye gerek yok…
Bir bakarsınız Esed kendi sarayında
ölmüş…
Nasıl mı ölmüş?..
Eh yani; o kadarını da bilemem elbette ama eğer istenilirse
“ölü” bulunabileceğinden hiç şüphem yok…
“Neden şimdiye kadar ölü bulunmadı?”
diye soranlara az önceki tespitimi tekrarlayacağım:
Esed ölürse(!)
eğer;
Suriye’nin Müslüman
Kardeşler tarafından yönetilmeyeceğinden henüz emin
değiller…
Esed ölür de yerine onun gibi
laik cumhuriyetçi ve hatta
İsrail’in varlığını da kabul eden bir gurup devlet
adamı(!) bulabilmek ve bulduklarının üzerinde
“mutabakat” sağlamak için çalışmalar
sürdürülüyor…
Daha da öte…
Bakın da yarın bir gün; ABD – Rusya ortak
bir açıklama yapıp:
“Suriye’de 1410 kişinin, Suriyeli rejim muhalifleri
ve El Nursa tarafından kullanılan kimyasal silâhla öldürüldükleri
doğrulanmıştır” demesinler…
Yahu niye
gülüyorsunuz?..
Dedim ya…
Dünyanın “güçlü” ülkelerini yönetenler
uluslar arası ilişkilerde ve müzakerelerde kalplerini değil,
beyinlerini kullanıyorlar…
Onun için o kadar güçlüler ya…
17 Ağustos 1999 depreminde
Türkiye’ye koşup dönemin Dışişleri Bakanı
İsmail Cem (Merhum.) ile sarmaş dolaş olup, ölülerimiz
için ağlayan dönemin Yunanistan Dışişleri Bakanı
Papandreu, o sarmaş dolaş oluştan sadece birkaç ay sonra
AB’ye tam üyeliğimiz için “hayır”
oyu kullanmadı mı?..
Uyumayın…
Çuval ağzı açın yani…
adnanberkokan@gmail.com