Hafta sonunda Disney Plus’a, son zamanlarda en çok beğendiğim ve beni en çok etkileyen belgesel filmi kondu.
Adı “If These Walls Could Sing…”
Türkçeye “Ah şu duvarların bir dili olsa” diye çevirebilirsiniz.
“Beatles’ın en ünlü şarkılarının ve albümlerinin kayıtlarının yapıldığı tarihi stüdyonun hikayesi bu.
Dün Fenerbahçe-Galatasaray derbisinden hemen önce seyrettim bu belgeseli.
Amacım bugün size bu harika belgeseli anlatmak.
Ancak derbiden hemen önce bu filmi seyrederken bir sahnesi dikkatimi çekti.
Paul McCartney, orada kaydedilen “Black Bird” isimli şarkıyı akustik gitarla çalıp söylüyordu.
Ayağında, onda bugüne kadar hiç görmediğim bir çift ayakkabı vardı.
Sarı kırmızı bir çift ayakkabıydı bu.
Çoğu Fenerbahçeli gibi ben de derbiden önce bazı “Totemler” yaparım.
Mesela maçın kritik anlarında kafamı öne eğer kulaklarımı kaparım.
Veya locadan seyrediyorsam, dışarı çıkarım.
Bu arada özel bazı totemlerim de var.
Ancak çok sevdiğim Paul McCartney’in sarı kırmızı ayakkabıyla “Kara tavuk” şarkısını söylerken görünce, bir kara tavuk totemi yaptım.
Tabii işin içine tavuk kelimesi girince totem olmaktan çıkıp bir Afrika veya Karaipler “Wodoo”su(Büyüsü) haline geliyor.
Evet bir Fenerbahçe Kongre üyesi olarak resmen bir “Kara tavuk büyüsü” yaptım.
Tabi ne yaptığımı yazamam çünkü çok güler, fena dalga geçersiniz.
Büyü mahrem bir şeydir.
Sadece şunu söyleyeyim, öyle tavuk, horoz kesip, bir hayvana zarar vermedim.
Ne yazık ki bu büyü dün akşam hiçbir işe yaramadı.
Bana da, Galatasaray’ı kutlamaktan başka yapacak bir şey kalmadı.
Yaptığım büyüyü de yine kendim çözdüm ve mahrem tarihimin sandıklarına kapattım.
Şimdi işin şaka tarafını bırakıp, bu harika belgeseli yazayım.
Benim kuşağım için Beatles, tarihin kültürel ve siyasi miladlarından biridir.
Ve Beatles şarkılarının doğum yeri de, bu büyük dönüşümün kutsal merkezidir.
İşte orası Londra’daki Abbey Road stüdyolarıdır.
Beatles’ın dört üyesinin, stüdyonunun bulunduğu sokaktaki yaya geçidinde yürürken çekilen fotoğrafı dünya müzik tarihinin en büyük ikonalarından biridir.
Belgeseli Paul McCartney’in kızı Mary McCartney çekmiş.
Böyle olunca da stüdyonun tarihi ile ilgili çok önemli kaynaklara ulaşabilmiş.
(*) Beatles’ın yaşayan iki üyesi Paul McCartney ve Ringo Starr anlatıyor.
(*) Mesela Elton John konuşuyor.
(*) Pink Floyd’un yaşayan iki efsanesi Roger Waters ve David Gilmour konuşuyor.
(*) Oasis grubunun kanlı bıçaklı iki kardeşi Liam ve Noel Galagher konuşuyor.
(*) İngiliz Rock’ının kurucu babası Cliff Richard konuşuyor.
(*) Led Zeppelin’in efsane gitaristi Jimmy Page konuşuyor.
(*) Yıldız Savaşları filminin müziklerini yapan John Williams konuşuyor.
(*) Nile Rodgers konuşuyor.
(*) Celeste konuşuyor…
Bizim nesil için burası Beatles plaklarının doğduğu yerdir.
Akma stüdyonun tarihi çok eskilere gidiyormuş.
Stüdyo 1930 yılında ‘Gramophone’ şirketi tarafından kurulmuş.
Edward Elgar, en ünlü eserini kendi yönettiği Londra Senfoni Orkestrası ile orada kaydetmiş.
Çello’nun en büyüğü Jacqueline du Pre en güzel parçalarını Daniel Barenboim ile orada çalmış.
Du Pre, MS hastası olup, artık çalamaz hale gelmeden son kaydını orada yapmış.
Filmin bana göre en etkileyici sahneleri du Pre’ninkilerdi.
Bu çatının altında öylesine büyük bir müzikal arkeoloji var ki…
(*) Cliff Richard İngiliz Rock tarihini, 17 yaşında bu stüdyoda kaydettiği “Move It” adlı şarkıyla açmıştı.
(*) Beatles’in 1962 ile 1970 arasındaki, yani birlikte oldukları bütün dönemdeki albümlerin neredeyse tamamı bura kaydedildi.
“She Loves You”, “Love Me Do” ve “Please Please Me”gibi tarihe geçmiş şarkılar ve belki de müzik tarihinin en büyük devrimi sayılan “Sgt. Peppers Lonely Hearts Club Band” albümü de burada kaydedildi.
Yetmedi…
(*) Müzik tarihinin bir başka efsane albümü, “Pink Flyd’un “Dark Side of The Moon” albümü de orada doğdu.
(*) Bu arada Led Zeppelin’in gitaristi Jimmy Page’in de henüz 17 yaşındayken bu stüdyoda bir çok ünlü şakının kaydında çeşitli gruplara günlük gitarist olarak katıldığını öğrendik.
(*) Öğrendiğimiz bir başka şey de Elton John’un da daha çok küçük yaşta bu stüdyoda, dönemin en önemli gruplarından Hollies’in bir şarkısında piyano çaldığıydı.
Burası İngiliz Pop Kültür İhtilalinin Bastille’ydi bir anlamda.
Ve bizim neslimizin en büyük tavaf mekanıdır diyebilirim.
O binada sadece yeni bir müzik doğmadı.
Aynı zamanda 1968’de siyasal içerik kazanacak büyük bir tarihi dönüşümün temelleri atıldı.
O bakımdan yeni nesilleri de çok ilgilendirecek bir belgesel bu.
Kısaca, dün benim “Kara tavuk” büyüm tutmadı, ama müthiş ve çok öğretici, çok duygulandırıcı bir filmi izleme şansım oldu.
Bir de, Paul McCartney’in, yaşlandıkça daha çocuksu hale gelen ve yeni yeni keşfetmeye başladığımız çok ince mizahı kaldı.
Anlayacağınız bir kaybedip, beş kazandım…