Son dönemde medya sektörünün kahramanı konumuna yükseltilen Taraf gazetesinin KCK davasında, mezkur örgüt lehinde sergilediği tavır sizin de dikkatinizi çekiyor mu?
Ergenekon sürecinin ‘şahin’ gazetesi KCK davasında nasıl olduysa oldu, birden bire ‘barış güvercini’ rolüne büründü! Tuhaf durum değil mi?
Peki neden böyle oldu? Devletin çetelerle mücadelesinde ‘büyük cesaret’ sergileyen Taraf , Kürt siyasetinin çetesi konumundaki KCK'ya karşı açılan davada aniden ‘anlayışlı, demokrat’ bir kimliğe büründü?
Bu konuda bugün sizinle ilginç bilgileri paylaşacağım. Eminim siz de en az benim kadar şaşıracaksınız.
Bu topraklarda ‘namuslu’ gazetecilik yapma konusunda umudumu her geçen gün biraz daha kaybediyorum ne yazık ki. Kim hangi kampa dahilse, kim kiminle menfaat iişkisi içindeyse, onun aleyhine bir şeyler yazmaya cesaret edemiyor.
Taraf gazetesinin KCK davasıyla ilgili sergilediği tutuma örnek
olarak ilk önce gelin Ahmet Altan’ın bir yazısından bu davayla
ilgili bir bölüme birlikte bakalım.
Ardından Ahmet Altan’ı bu satırları yazmaya sevk eden ‘asıl’ sebebi
sizinle paylaşayım.
Bakın Ahmet Altan KCK duruşmasının başladığı gün yayınlanan ‘Yarın Diyarbakır’ başlıklı yazısında bu davayla ilgili neler yazıyor:
“…Belediye başkanlarına yapılan hakaretin bütün Kürtlere yapılmış olduğunu düşündüler haklı olarak. Ve, bunu Türk devletinin hiç bitmeyen Kürt nefretinin bir belirtisi olarak gördüler.
Ortada bu tür aşağılamalar, “maksatlı” hakaretler, gereksiz kelepçelemeler olduğu sürece Kürtlerin, devletin “samimiyetine” güvenmesini beklemek mümkün değil.
Kürtler, devlete güvenmediği sürece de barış olmaz.
Barışa çok yakın olduğumuz, barış ihtimalinin çok güçlendiği bir ortamda, devletin “samimiyetini”Kürtlere göstermesi gerekiyor.
Bunun için de yarınki dava çok önemli…. Onun için bütün Kürtler yarınki davayı bekliyor.
Çıkabilecek tahliye kararları, ortamı yumuşatır ve barışın yolunu açar.”
Şimdi bu satırları okuduğunuzda 'ne kadar güzel, ne kadar merhamet dolu ve barış yanlısı' diyebilirsiniz. Öyle derseniz, aklınızdan şüphe ederim. Çünkü kazın ayağı hiç öyle değil.
Ergenekon davasında herkesin içeri tıkılmasını savunan, bugüne kadar yapılan tüm operasyonlarda derin bir 'oh' çeken Taraf, neden KCK davasında tam tersi tutumu takınıyor? KCK davasında yargılanan Leyla Zana, Hatip Dicle ve diğer Kürt milliyetçisi belediye başkanı zevat, Ergenekon davasında yargılanan Mustafa Balbay veyahut Mehmet Haberal’dan daha mı az zarar verdiler bu ülkeye, bu millete?
Neden KCK’nin ‘silaha sarılmadığı için’ hemen tahliyesini savunan Taraf, silaha hiç sarılmamış Ergenekon sanıkları için aynı şeyi istemiyor? Üstelik Taraf’ın da çok önemsediği referandumda KCK yapılanması Doğu ve Güneydoğu'da 'hayır' çıkması için olağanüstü gayret sarfetti. Halkı tehdit etti. Silah zoruyla sandığa gidilmesini engelledi.
Peki nasıl oluyor da referanduma 'hayır' diyen herkesi ‘kurşuna dizen’ Taraf gazetesi, referanduma taş koyan KCK’nın tahliyesini 'barışın şartı' olarak sunuyor?
Tüm bunların Taraf açısından ilginç bir gerekçesi var. Üşenmedim, oturdum Taraf’ın nerede, kaç sattığını inceledim. İlginç bilgilere ulaştım. Eminim siz de çok şaşıracaksınız.
Taraf gazetesi Kürt kökenli siyasilerin 'teröre destek verdikleri' iddiasıyla tutuklandığı KCK davasında 'barış güvercin’ rolüne soyunuyor, çünkü Taraf tirajının büyük çoğunluğunu Kürtlerden alıyor.
Gazetenin KCK mensuplarıyla aynı hissiyatı paylaşan ciddi bir okur kitlesi mevcut. Dediğim gibi, oturdum Yay-sat bayi satış rakamlarını inceledim. İşte o ilginç rakamlar:
Taraf gazetesi 387 bin nüfuslu Siirt’te 287 adet satılırken , 1 milyon 205 bin nüfuslu Kayseri’de 275 adet satılıyor. 256 bin nüfuslu Bingöl’de 480 adet satılırken, 774 bin nüfuslu Erzurum’da 55 adet satılıyor. 547 bin nüfuslu Elazığ’da 523 adet satılırken, 1 milyon 331 bin nüfuslu Manisa’da 120 adet satılıyor.
Bu örnekleri daha da çoğaltabilirim. Çünkü emin olmak için bütün Türkiye’deki satış rakamlarını inceledim. Hatta öyle ki İstanbul’un ilçeleri arasındaki fark bile çok belirgin.
Şimdi tüm bu rakamları gördükten sonra Taraf’a söyleyecek birkaç sözümüz olmalı, değil mi?
Ahmet Altan Ergenekon sürecinde bu davayı ve olup biteni görmezden gelen medyayı yerden yere vurup ne diyordu? 'Bu ülkede olan bitenin üstünü bu medya yıllarca örttü. Önemli ve hayati olayları görmezden geldi.' Şimdi Taraf’ın yaptığına bakarak Ahmet Altan'a 'Bugün Taraf’ın KCK davasında sergilediği tutumun benzerini, aynı gerekçeyle diğer medya Ergenekon sürecinde sergiledi. Çünkü onların okur profili de Ergenekon operasyonlarına sıcak bakmıyordu. Ve okur kaybetmek istemiyordu’ dersek ayıp etmiş olur muyuz?
Peki bu tutum yalnızca Taraf'a mı özgü? Yani KCK davasında 'barış' elini uzatan, bu konuda hükümeti ve yargıyı kıyasıya eleştiren yalnızca Taraf mı? Elbette değil. Ergenekon davası sürecinde şahin kesilen şu bildiğimiz liberal koronun tamamı aynı tutum içerisinde. Siz de görüyorsunuz değil mi?
Hepsi birden bire adaletin aslında ‘hükümetin kontrolünde’ olduğunu keşfettiler. Çünkü herbiri kendi köşesinden KCK sanıklarının salıverilmesi için hükümetin üzerinde baskı oluşturmaya çabalıyor. Ve nasıl olduysa ‘Kürt sorununun’ bu aşamaya gelmesinde en az diğerleri kadar sorumlu olan Hadip Dicle, Leyla Zana gibi isimlerin birer 'barış kahramanı' olduğunu keşfettiler. Neredeyse herbirimiz Türkiye’nin varlığını KCK sanıklarının geleceğine bağlayacağız!
Peki, Taraf gazetesinin tiraj derdi var, bu tavrı takınıyor. Ya liberal yazarların derdi ne? Onlara ne oluyor da bir koro halinde hep aynı safta birleşiyorlar?
Çünkü bu arkadaşların da itibar gördükleri tek kitle orası kaldı! Bundan önce 28 Şubat dönemini bahane ederek dindar kesimin ‘kanaat önderliğine’ soyunmuşlardı. Şimdi ise Kürtlerin 'kanaat önderi' rolündeler.
Yaptığım incelemelerden çıkan en ilginç sonuç şu: Taraf gazetesinin okur profilini büyük ölçüde şu iki kesim oluşturuyor: Birincisi bu ülkeyle sorunu olan zavallı Kürtler, ikincisi ise bu ülkeyle sorunu olan zavallı İslamcılar.
Bir kümelenmeden bahsediyorum. Çünkü Taraf gazetesi ile kurulan ilişki salt haber almak amacıyla kurulan bir ilişki değil. Bir tutuma, bir istikamete ortak olma arzusudur.
Bu iki kesim de devletten dayak yedikçe kendilerine düşman olarak bu ülkeyi seçip, kendileri gibi ülkeyle sorunu olan kimi görüyorlarsa onunla ittifak kuruyorlar.
Şimdi ben ne yapıyorum? Ergenekon’un avukatlığına mı soyunuyorum?
Biliyorsunuz, Ergenekon’un bir avukatı var. Hem olmasa da medyadaki bir çok meslektaşımız o işi bana bırakmaz. Benim yaptığım: Mesleğin 'orospuluğuna' dikkatinizi çekmek.
Ergenekon’un da, KCK davasının da yanlışlarıyla doğrularıyla bu ülke için ciddi operasyonlar olduğunun farkındayım.
Benim açımdan Mehmet Haberal ile Leyla Zana arasında veyahut Ergenekon’dan tutuklanan İnönü üniversitesi eski rektörü Fatih Hilmioğlu ile KCK’dan tutuklanan BDP’li bir belediye başkanı arasında zerre kadar fark yok. Çünkü ikisinin de istikameti aynı.
Asıl bunlardan birini tiraj kaybetmemek adına kendine yakın hissedenler utansın.