Mısır’da halkın oyuyla gelmiş bir iktidara karşı askeri darbe
oldu. Hiçbir ‘ama’ya yer bırakmayacak şekilde bu
darbeyi kınıyorum.
Yapılan, tek kelimeyle çağdışılıktır.
Fakat ortaya çıkan tabloyu konuşmazsak sağlıklı yol
alamayız.
Mısır ilk değil. Benzer olayı daha önce Cezayir’de ve 28
Şubat’ta Türkiye’de son olarak küçük çaplı da olsa Tunus’da
yaşanmıştı.
İslamcı- dindar hareketler tüm ülkelerde girdikleri iktidar
sınavlarını maalesef kaybediyorlar.
Esas sorun nerede? Niçin muhalefette dile getirdiği
söylemlerini, iddialarını, iktidar olunca gerçekleştirmeye imkan
bulmadan aşamayacağı duvarlara tosluyor?
Bu sorunun cevabını herkes merak etmeli diye düşünüyorum.
Kabul etmek lazım ki ortada bir terslik var. Yıllarca çalışıp
didinip uğraşarak kazanılan iktidarlar ya kısa zamanda duvara
tosluyor ya da iddialarından vazgeçtiğini beyan ettiğinde ancak
yaşam hakkı bulabiliyor.
İslamcılık denen hareketin, düşüncenin giderek büyük bir açmaza
girdiğini düşünüyorum.
Neden mi? Anlatayım
1 İslamcılık Müslüman toplumlarda kendisini
‘daha fazla’ dindar gören farklı toplulukların
oluşmasına neden oldu. Sadece toplumla değil kendi aralarında da
benzer bir ayrışmayı körükledi.
Neden olduğu bu ayrışma iktidara gelince toplumsal bütünlük
oluşturmanın önünde ciddi bir engel olarak duruyor.
2 İslamcı düşünce muhalefetteyken uygulanabilir
olup olmadığına bakmadan ütopik, gerçeklerden kopuk politikalardan
besleniyor.
İktidara gelince uygulanabilir olmadığını görünce bu sefer
oportünist bir tutumla dürüstlükten, netlikten uzak yöntemlere
başvuruyor. Amaç için esası gözden çıkarıyor. Niyet başka
tutum başka olunca da toplumsal desteği kaybediyor.
3 İslamcılık kendisine
‘muarız’ olarak gördüğü ‘faiz
lobisi’ veyahut ‘dünya sistemi’nin
varlığını, gücünü biliyor ama onunla nasıl baş edeceği konusunda
küçük bir hazırlık dahi yapmadan iktidara talip oluyor.
4 İslamcılıkla beraber dürüstlük, nezaket,
saygı, bilgelik yerini şekli ibadetlere bırakınca başkasına saygı
dini temele dayandırılıyor.
Durum bu olunca da ‘muarız’ın başlattığı
iktidar savaşında toplumsal destek mahalle desteğiyle sınırlı
kalıyor.
Kabul edelim ki İslamcılıkla din bir araç olmaktan çıkıp amaç
haline dönüştü. Din toplumların huzura, dürüstlüğe, nezakete,
özgürlüğe, saygıya, ve bilgeliğe ulaşması için bir araç olarak
gelmişken İslamcılık bu ‘araç’ı siyasi söylemle
bir ‘amaç’a dönüştürdü.
Amaca ulaşalım derken yanlış işler yapmayı mubah saydı.
Yaptığı yanlış işler, kayırmacı tutumlar İslamcıları toplumun
bir kısmının gözünde değersizleştirdi ve
‘muarız’nin planlarına karşı zayıf duruma
düşürdü.
Muhalefetteyken kapısına gidip gönlünü aldığı hiçbir ayrım
gözetmeden hizmet sunduğu insanlara iktidardayken yaşam
tarzlarından dolayı ‘öteki’ muamelesi
çekiyor.
Yönetmeye talip olduğu ülkenin bir mahalle değil farklı
inançtan, ideolojiden ve mezheplerden oluşan bir ülke olduğu
gerçeğini kabul etmesine beslendiği söylem ne yazık ki müsaade
etmiyor.
Çünkü kendini diğerlerinden ‘daha koyu’ ve
‘gerçek dindar’ görüyor, bunu bir üstünlük olarak
gösteriyor.
Hem çok dindar-az dindar diye toplumu ayrıştırıyor hem de
ayrıştırıp ötekileştirdiği insanların “muarızlar’ın
tuzağına düşmesinden” şikayet ediyor.
Üstelik bu kadar iddialı bir tutum ve söyleme sahipken gerçekte
köklü hiçbir hazırlık yapmadan iktidara talip oluyor.
Mesela muhalifken ‘düşman’ olarak tanımladığı
güç odaklarının elinde bütün dünya medyası varken onlarca yıldır
iki tane itibarlı TV ve iki tane gazete kuramamış olmak normal
mi?
Peki ne yapmalıyız?
İslamcılık denen ‘ötekileştirici’ söylemden
vazgeçmeli. Esassın, amaç olanın din değil dürüstlük ve
bireysel ahlak olduğunu kavramalı. “Öteki”
dediğimiz insanın yediğine, içtiğine, giyimine bakmadan hangi
inançtan olursa olsun saygıyı, nezaketi, kadirşinaslığı, cömertçe
göstermeli.
Muhalefetteyken iktidar olmak için din üzerinden oluşturduğumuz
ütopik söylemlerden vazgeçmeli. Daha dindar, az dindar
tanımlamasının bizim değil Allah’ın işi olduğunu kabul etmeli.
Birlik ve bütünlük için toplumu Bilge Kral Aliya
İzzetbegoviç gibi dürüstlük ve özgürlük paydasında birleştirecek
bir tutuma ve söyleme geçmeli.
Kendi ülkelerinin bir kısmının İslamcı iktidarlara değil de
‘öteki’ne daha çok inanıyor olmasındaki esas
kusuru kendinde aramalı.
İddialı söylemlerin esasında ciddi bir hazırlığı da beraberinde
getirmesi gerektirdiğini kabul edip işe koyulmadan köklü ve kalıcı
işler yapmalı
‘Dünya sistemi’yle mücadelenin yönteminin
bilinçsiz ve öfkeye dayalı devrimlerden değil toplumsal ve insan
kaynağına dayalı evrimlerden geçtiğini artık kabul
etmeli.
Her şeyden önemlisi de yanlışlarının, yetersizliklerinin,
eksikliklerinin, bedelini ülkenin ve toplumun ödemesini beklemekten
vazgeçmeli.
Esas meselenin iktidara gelmek değil, iktidarda işlevsel ve
huzur içinde kalmak olduğunu fark etmeli.
Twitter.com/acikcenk
Bu yazıya Facebook'ta yorum yapmak
için tıklayın