Ahmet Hakan’ın yazdıklarına bayılmam. İlgi çekici olan, yazma
biçimidir. İmam Hatip eğitimi nasıl Başbakanın üslubuna yansımışsa,
Ahmet’in de yazma biçimine yansır.
İkisine bakınca, işin sırrını kapmak için insanın İmam
Hatip okuyası geliyor. Mezun olabilir miyim? Kesinlikle
hayır, o ayrı. Ben itirazcıyımdır, İmam Hatip ruhuma ters.
Neyse, efendim bu Ahmet Hakan siyaset iletişimi uzmanlarına sormuş,
onların yazdıklarının hep tersini yapan Erdoğan neden başarılı
oluyormuş.
Siyasal iletişimcilere atfettiği cümleler yazılarımda yer almasa da
Ahmet’e birkaç cevabım var elbette;
Bir, milleti sınavdan geçirmekten vazgeç. Herkes
senin rahlene dizilecek değil.
İki, sorun siyaset iletişimi uzmanlarında değil,
senin hangi uzmanları dikkate aldığında. Listeni gözden geçir,
kimseye de hak ettiğinden fazla sıfat yükleme. Öyleleri vardır ki,
fiyasko işlerini başkalarına ihalede mahirdir.
Üç, İstanbul dediğin her konuda olduğu gibi
siyasal iletişimde de “uzmanımsı”ların sebil olduğu şehir. Uzmanla
uzmanımsıyı ayırmak da senin maharetine
kalmış.
Dört, siyasal iletişimci geçinen her dört kişiden
üçbuçuğunun siyasetten zerre anlamadığını muhalefetin haline
bakarsan anlarsın.
Beş, siyasal iletişimciler birbirini tekrar
etmeyen kitaplar yazmayınca, Erdoğan’giller bu işin kitabını
yazarlar.
Altı, genellemenin şahını yapıyor olsan da arada
bir meselenin içine gir.
Yedi, sen de bir siyasal iletişimcisin. Ona buna
öneride bulunmadığın gün yok. Üstelik yazılarından siyasal strateji
geliştiren muhalifler var, biliyorum. Ne de olsa herkesin her şey
olduğu bir tuhaf zaman dilimi bu.
LİBERALİZM Mİ, ERDOĞANİZM
Mİ?
Adam Smith’ten bu yana
“Bırakınız yapsınlar, bırakınız
geçsinler” şeklinde özetlenen liberalizmin “Laissez faire,
laissez passer” felsefesi yerle bir.
Serbest iktisadi faaliyetlerin bir dengeyi bulacağını savunan bu
görüş ülkemizde hayli yamuk. Smith’gillere göre piyasayı “görünmez
bir el” düzenleyecekti. Bizdeki düzenleyici el hayli görünür.
“Erdoğanizm” böyle bir şey olsa gerek.
Bakan Taner Yıldız, kamu ihalelerinde yerli mermer hükmünün
konmasını istedi. İthal mermer olmasın.
Ekranlarda parlayan görkemli ekonomistlerin bu durumu nasıl
yorumlayacaklarını merak ediyorum.
İtiraz etseler Erdoğan’a, kabul etseler liberalizme ters.
Benim fikrime gelince. B
ana uyar. Ülkemin üreticilerini
teşvik eden bu tür uygulamaları desteklerim. Yeter ki Hükümet,
bundan bir adım ileriye gidip “Mermeri Afyon’dan, Afyon’da da şu
kişiden alacaksın” demesin.
ULAŞILABİLİR HAYALLER
KURMAK…
Çocukken. Renault 9 hayali kurardım. Yeni çıkmıştı. Sevimli
ve ulaşılmaz gelirdi. Bir gün para kazanırsam Renault 9
alacaktım.
Hayalimi paylaştığım yaşça benden biraz büyük bir arkadaşım
“Bu kafayla” demişti,
“Murat 124’ün olursa
dua et.”
Ona göre BMW’ler, Mercedes’ler dururken Renault 9 hayal eden
birinin hedefi küçük tuttuğu için hiçbir şeyi olamazdı. Hedef büyük
olmalıydı ki, kazanma hırsın, insan harcama becerin ona göre olsun.
Benim için, ulaşılabilir hedefler önemliydi.
Hedefe
varırsın, iyiysen bir sonraki hedefi belirlersin. Değilsen orada
durursun.
Adı Azize. (Umarım adını yazdığım için bana içerlemez.) Öğrencim.
Çalışkan. Zeki. Tüm sınıfa mezun olunca ne yapmak istediklerini
sorduğumda o, Fakültenin az ilerisinde bulunan minik bir otelin
iletişimini yönetmek istediğini söyledi.
Büyük hayalleri ellerinde tuzla buz olan o kadar çok öğrenci
tanıdım ki, Azize’nin küçük bir otel hayalinden mutlu oldum. Onu
destekleyeceğimi söyledim.
O otel ya da başka bir yer, onu her zaman destekleyeceğim.
Kafamdaki soru:
Acaba arkadaşım mı haklıydı, hep büyük
hayaller mi kurmak gerekiyordu ulaşamasan da
yaklaşabileceğin?
Yoksa ulaşılabilir hayaller kurarak etap etap mı yaşamak
gerekiyordu?
Şimdi ben hangi arabaya mı biniyorum? Önemi yok. Sizdeki yanıt
önemli.
AKLIMDA
KALAN
“Cannes ödülünü bu noktaya getirmesek”
düşüncesi: Nuri Bilge Ceylan’ı sonuna kadar
abartalım. Filmlerini de abartalım, başarılarını da. Hakkıdır. Ama.
Melisa Sözen’e gelince orada duralım. Cannes’da ödül kaçırmış da
falan. Küçük bir Fransız gazetesinin haberini büyük haber yapmış
bizimkiler. Fransızlar Melisa Hanımın önceki film ve dizilerini
izlememiş olmalılar. Tek film, tek performanstan sonuç
çıkarmışlar. İzleselerdi, göreceklerdi. Hangi filmde, hangi
karakteri oynarsa oynasın Melisa Sözen’in yüzünde hep aynı ifade.
Aynı yüz. Aynı donuk bakışlar. “Kış Uykusu”nda oynamasının nedeni
de bu olmalı. Bir başarısından söz edilecekse o da Nuri Bilge
Ceylan filmiyle Cannes’a gitmiş olmasıdır.