Yazımın başlığına bakarak Hüseyin Gülerce’ye saygısızlık ettiğimi düşünmeyin.
Bunlar, Hüseyin Gülerce’nin Mehtap TV’deki programında bana cevap verirken seçtiği kelimeler.
Önceki yazımda kendisine yönelttiğim soruların altında bir bit yeniği arayan Gülerce, ‘çektiğim numarayı’ fark ettiğini ‘ben kaçın kurrasıyım’ diyerek izhar ediyor.
Ben Hüseyin Gülerce’ye baktığımda her 'numarayı' anında 'çakan' bir kişi değil; Fetullah Gülen hocanın rahlei tedrisatından geçmiş, halim selim, efendi, toplumla ve bu toplumun değerleriyle barışık bir şahsiyet görüyorum.
Peki ben nasıl bir 'numara' çektim de, Hüseyin Gülerce’ye yakalandım?
Bir önceki yazımda Hüseyin Gülerce’ye ne sormuştum, hatırlayalım:
Hüseyin bey nasıl oluyor da yargının tüm operasyonlarına hemen ertesi gün yüzde yüz destek yazısı yazabiliyor?
Hüseyin Gülerce savcıların her operasyonla ilgili gizli gerekçelerinin haklılığına nasıl bu kadar emin olabiliyor?
Velev ki savcıların gerekçeleri haklı. Peki sizin bu gerekçeleri biliyor görünmeniz, en azından stratejik olarak yanlış değil mi?
Ergenekon operasyonlarına, gözaltılarına karşı herkeste (cumhurbaşkanı dahil!) bir şüphe oluşurken, niçin Hüseyin Gülerce'de en küçük bir tereddüt yok?
Gülerce'nin yargıya bu kadar tarafsızlık atfetmesi gelecek için tehlikeli değil mi?
Ergenekonla ve benzer çetelerle mücadele sürecini birçok kişi, cemaat, grup, çevre, parti titizlikle izliyor. Destekliyor. Elinden geleni yapmaya çalışıyor. Gülerce'nin temsil ettiği yapının bu davayı ‘biz herkesten daha çok önemsiyoruz’ havasına girmesi yanlış değil midir? Nedir Gülerce'yi ve temsil ettiği çevreyi bizden daha cesur, daha gözü pek ve kararlı kılan?
Hüseyin bey, yazılarınızla, üslubunuzla, tutumunuzla gerek AK Parti’yi gerekse, bu mücadeleyi önemseyen diğer kesimleri zor durumda bırakıyorsunuz, farkında mısınız?
Türkiye herkesten daha çok niçin Hüseyin Gülerce ve temsil ettiği çevre için daha önemli?
Sorularım bunlardı.
Peki bu sorularla ben ne tür bir 'numara çektim' ki Hüseyin Gülerce bey de beni suçüstü yakalamış oldu?
Gülerce eğer bu sorularımla ‘savcıların cemaatle bir bağı olduğunu’ ima ettiğimi düşünüyorsa yanılıyor. Böyle bir iddiam yok.
Benim dikkat çektiğim, olup bitenlerin grup menfaatlerine göre yorumlanmasındaki yanlışlık.
Hüseyin Gülerce’nin bana sorduğu bir soru var. Ona da cevap vermeden geçmeyeyim.
Hüseyin bey diyor ki ‘Bu genç arkadaş neden sadece savcıları ön plana çıkarıyor da, hakimleri değil?’
Görünen o ki Hüseyin bey bir önceki yazımı dikkatlice okumamış. Eğer yazıyı ‘bir dost eleştirisi' gözüyle okusaydı , şüphesiz bu sorusu anlamsız kalacaktı.
Hakimleri söz konusu etmedim, çünkü benim derdim dava ile değil. Benim derdim savcıların her operasyonundan sonra Hüseyin Bey ve Zaman grubunun takındığı tuhaf tutum.
Mahalle çok değişti. Herkes gerçekten mücadele ettiği kişilere benzeme yolunda son sürat ilerliyor.
Hüseyin beyin bugün, yani Çarşamba günü kaleme aldığı yazıya bakınca, ‘artık güç bizde’ üslubunu siz de göreceksiniz. Bu üslubu yalnızca Ergenekoncu çevreye karşı değil, yıllardır bu davanın sağlıklı yürümesi için kılı kırk yaran ama bugün gelinen noktada bazı endişelerini de dile getiren herkese karşı.
Hüseyin Gülerce farkında mıdır bilmiyorum ama üslubuna sinen ‘Yeni Türkiye’nin sahibi biziz, bizden başka herkes çetelerin değirmenine su taşıyor’ yaklaşımın göze çok batıyor.
Bu üslubu, Hüseyin beyin de içinde bulunduğu grubun 28 şubat sürecindeki üslubuyla karşılaştırdığınızda rahatsızlık daha da artıyor.
28 Şubat döneminde 'hoşgörü' sempozyumları düzenleyip toplumsal barışa ciddi katkı sağlayan bir camianın mensuplarına, bu yeni üslup yakışmıyor.
İşin bir diğer garip tarafı da 28 Şubat döneminin ‘despotları’ bugün hoşgörü ziyaretlerine çıkıyorlar. Ülke TV’de, Samanyolu haberde programlara katılıp etrafa ‘bu mahallenin insanları o kadar da kötü değilmiş canım’ diyorlar. Yeni düzende itibar peşindeler.
Fakat bilmiyorlar güçlünün zayıfa gösterdiği müsamahaya, şefkate, merhamete hoşgörü deniyorken, zayıfın güçlüye gösterdiği toleransa, yakınlık kurma çabalarına yalakalık deniyor.
Eleştiri canlı olana, umut edilene yapılır. Ben de kendi mahalleme dönük eleştiriyi diri tutmaya çalışıyorum. Türkiye’de iyi şeyleri ancak bu tür terbiyeyi almış insanların yapacağına inanıyorum.
Yıllarca Hz. Ömer adaletini okuyarak büyüyen insanlara;
adaletsizlik yapmayı, şımarık davranmayı, karşısındakini ezmeyi,
kibirlenmeyi, ucuz hesap yapmayı yakıştıramıyorum.
Ne yapayım, Hüseyin Gülerce gibi yıllarını bu camianın rahlei
tedrisinde geçirmiş birinin bu tür endişesi yok diye benim de mi
olmasın?
Hüseyin Gülerce ile
mutabakat
Bu yazım üzerine Hüseyin Gülerce beyefendi ile telefonda bir
muhabbetimiz oldu. Konu yazdığım iki yazı ve Hüseyin Gülerce’nin
verdiği cevaptı.
Ben yazdıklarımın ve niyetimin doğru anlaşıldığını gördüm. Hüseyin bey ise kendisinin anlatmak istedikleriyle anlaşılma şekli arasındaki mesafeye dikkat çekti.
Hüseyin Gülerce her iki yazımda da vurguladığım nezaketiyle, yazdıklarının bu şekilde anlaşılmış ve algılanmış olmasından duyduğu rahatsızlığı dile getirdi.
Görüyorum ki hepimiz, zaman zaman kendimizi yazının şehvetine kaptırıyoruz ve bu da asıl söylemek istediklerimizi net olarak ifade etmemizin önüne geçiyor.
Dediğim gibi, Hüseyin Gülerce beyefendi, iyi niyetle yazdıklarının benim yazılarımda dikkat çektiğim şekilde algılanmış olmasından bir hayli rahatsız. Böyle bir profil vermenin ne kendisine, ne de aldığı terbiyeye uygun düşeceğinin altını önemle çizdi.
Benim için bu kısa telefon sohbetinden çıkan en önemli mutabakat ise, Müslümanlık terbiyesi almış birinin adaletten uzak olmayacağı vurgusuydu.
Mücadele ettiklerimize benzememe konusunda hassasiyetimizi koruma endişemizin ortak olması da beni ziyadesiyle mutlu etti.