Sevgili Mustafa
Balbay;
Cezaevinden ve hastaneden çıkana "Geçmiş Olsun"
denir...
Sen mapusaneden geliyorsun...
Ama...
"Geçmiş olsun" diyemeyeceğim çünkü henüz
omuzlarının üzerinde kumandası yagıçların elinde olan bir
giyotinle çıkıyorsun...
O giyotin oradan çıkarıldığı gün "geçmiş
olacak" inşallah...
Sevgili kardeş,
Seninle ben hayatımızın hiçbir döneminde aynı siyasi mahallenin
takımında top oynamadık...
Hep karşı mahallelerin takımlarında yer aldık...
Bazen faullü oynamadın değil ama hepsi nizami faullerdi...
Kasıt yoktu...
Oysa siyaset ve devlet ne yazık ki ayrı mahallelerin fikri
ayrılıklarındaki kadar hoşgörülü olamıyor...
Siyaset ve devlet acımasız be Mustafa...
Siyaset ve devlet milyarlarca dolara hükmetmek için yeri geldiğinde
özoğlunu boğdurabiliyor...
Gerçi bizim devletimiz eski devletimizden fersah fersah ileride
bazı konularda ama...
Siyasetçimiz eskinin saraylısından daha az acımasız mı ne?..
Başbakan ve bakan asan; üç üniversiteliyi idam sehpasında katleden
siyasetin merhameti olur mu Mustafa?..
Hele senin gibi üvey evlât bile görmedikleri için
"zalim" bile diyebiliriz siyasetimizle
devletimize...
Neyse...
Hoş geldin...
Meclis'te ve gazetende umarım özgür olmanın tadını
çıkarırsın...
Aslında sen özgürlüğünü ben de sana çakma hürriyetimi kazandım
biliyor musun?..
Bugüne kadar tahliye edilmen için elimden gelmeyeni de yaptığımı
sen bilmesen de okurlar biliyor...
Bilesin Mustafa...
Bundan sonra müsamaha yok...
Boynundak giyotin hariç eşit şartlardayız...
Sen kendi mahallende ben kendi mahallemde klavye
şıkırdatacağız...
Tek dileğim var: Belden aşağı vurmadan şıkırdayalım sevgili
kardeşim...
Bu arada zarif karın ve dünyalar güzeli iki evlâdınızın da
gözleri aydın...
Bak aşağıdaki makaleyi sen tahliye olmadan yaklaşık 6 (altı) saat
önce yazmıştım...
Ey güzel insanlar…
Şu saate kadar
Anayasa Mahkemesi’nin Mustafa
Balbay’la ilgili verdiği ve vicdanı körelmemiş, akıl
tutulması yaşamayan bütün hukukçulara ve siyasetin zirvesine
(Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı)
göre “tahliye” gerektiren kararının
ilgili mahkeme tarafından uygulanması emrini infaz kurumuna
göndermesini bekledim…
Hayır…
Göndermedi yargıçlar…
Mustafa Balbay halen
hapiste…
Pardon…
Aslında son dört gündür hapiste olan sadece
Balbay’ın bedeni değil…
Türkiye’ye vize ile girip kendine
yer edinmeye çalışan “Evrensel Hukuk”
ta hapiste…
Ey “Yargıç” isimli
kurum!..
Nasıl tahliye
oldum?
Üzerinden neredeyse 25 yıl geçti?..
Cezaevindeydim ve
Türkiye’nin en büyük üç holdinginden birinin
avukatıyla giriştiğim hukuk mücadelesini kaybetmiş
görünüyordum.
Mücadelemi cezaevindeyken de
sürdürdüm.
Bir gün avukatım ziyaretime
geldi.
Tahliye edilecektim ve bir üst
mahkeme karar vermişti…
“Ne kadar
sürer?” dedim…
“Cezaevi savcısı kararı
telefon edip faksla isterse akşama doğru evinde
olursun” dedi.
Bana karar fotokopisini
gösterdi.
Başgardiyana gittik birlikte,
durumu anlattık.
Başgardiyan adliyeye telefon
etti.
Avukatım Savcı
Bey’e durumu izah etti…
Akşamüzeri, güneş batmadan
tahliye olmuştum…
Önce savcıya uğradım teşekkür
için...
“Bizim görevimiz vatandaşı cezaevinde tutmak değil
salıvermek” deyip devam etti; “sizin cezaevinde
nahak yere geçecek her bir dakikanız bizim ömrümüzden bir gün
alır”…
Ey yargıçlar!..
Mustafa
Balbay’ın cezaevinde nahak yere geçen her bir
dakikası sizlerin ömrünüzden bir gün çalıyor, farkında değil
misiniz?..
|
Ne Anayasa Mahkemesi’nin oybirliğini
ciddiye alıyorsunuz…
Ne Cumhurbaşkanı’nın
mütalâasını…
Ne de Meclis
Başkanı’nın “tahliye kararı
gerektirir” kanaatini…
Siz neyi ciddiye alır, emri kimin göndermesini beklersiniz
Allah aşkınıza?..
Sakın; AYM kararı üzerine
hiçbir yorum
yapmayan Başbakan’dan “ışık”gelmemiş
olması sizleri etkilemiş olmasın…
Ya da…
AYM Başkan Yardımcısı’nın fol yok
yumurta yokken ortaya çıkıp; “İlgili Mahkeme gerekçeli
kararımızı bekleyecek” mealinde anlamsız veya kastını
aşan bir çift söz yumurtlaması mı?..
Ne yani?..
AYM kâtipleri gerekçeli
kararı bir sene sonra yazarsa Mustafa hapiste mi
bekleyecek zati şaheserlerinizi?..
Yani…
Yani…
Yani…
İdeoloji, insanlarımızın; bilhassa yargıçlarımızın ve
medyamızın gözünü köreltti…
Siyasi taraftarlık ise vicdanlarını
mühürledi…
Haksız olduğumu söyleyecekseniz eğer; niçin haksız olduğumu
da kanıtlayın lütfen…
Pardon…
Diyelim ki kararın gereğini yerine
getireceksiniz?..
Cumartesi – Pazar neden beklediniz?..
Bir doktor, tatil günü diye acil bir hastasını tedavi
etmeyebilir mi?..
“Bugün benim tatil
günüm” diyebilir mi?..
İyi ama siz yargıçlar nasıl yapabiliyor böyle bir
vicdansızlığı?..
Nasıl olup da mahkemelerin anasının verdiği bir kararın
gereğini “hafta sonu bizim tatil hakkımız
var” diyerek gereğini yerine getirmekten
kaçınıyorlar…
Ey
vicdan!..
Nerelerdesin?..
Lütfen ortaya çık ve yargıçlarımızın önce beyinlerine sonra
da kalplerine dol…
Zira…
Bir insanın ömründen ve göz göre göre çalınıyor…