Yargı elini taşın altına koymalıdır
PKK’ya silah bıraktırmaya dönük müzakere sürecinden herkes
umutlu. Birçok kişi ve kurum sürecin kazasız belasız sonuca
ulaşması için ciddi çaba harcıyor.
Bu sürece katkı sağlamak için yargının da yapması gerekenler
var.
Geçtiğimiz hafta MHP lideri Devlet Bahçe’linin Silivri’de
tutuklu eski genelkurmay başkanı İlker Başbuğ’u ziyaret edeceğini
açıklaması beni ürküttü.
Çünkü müzakereye karşı buradan başlatılacak bir muhalefetin
toplumda ciddi hareketlenmeye yol açacağını düşünüyorum.
Abdullah Öcalan’ın bile ‘sempatik’ bir
‘muhatap’, ‘Türkiye’nin birliğini isteyen
Kürt lider’ olarak görülmeye başlandığı bir dönemde, eski
genelkurmay başkanının ‘terör örgütü
liderliğin’den hapiste tutulmasını kimse izah edemez.
Buradan başlatılacak psikolojik bir harekatın Başbakan
Erdoğan’ın işini daha da zorlaştıracağını düşünüyorum.
İşte bu nedenle yargı burada elini taşın altına koymalıdır.
Yargının alacağı tutum, yargı çevrelerinde etkin olan
‘odak’ın ‘barış sürecini
destekliyoruz’ türü açıklamalarının da samimiyet testi
olacak.
Olay İlker Başbuğ'dan da ibaret değil.
Oluşan barış havasını genele yaymak için kalıcı bir inisiyatif
kullanılmalı.
Uzun tutuklulukları sona erdirmeli ve niçin tutuklu olduğu
bilinmeyen onlarca insanın durumunu gözden geçirilmeli.
Geçirilmeli ki yargının bu kararlarının yol açtığı çatışma ve
ayrışma ortadan kalksın.
Emin olun, oluşacak hava PKK’ya silah bıraktırma müzakerelerinin
toplumda daha fazla destek bulmasını da beraberinde
getirecektir.
Böyle bir destek iktidarın işini kolaylaştırır.
Yanılıyor muyum?
Hoca’ya saygım sonsuz,
fakat...
Geçtiğimiz hafta Hayrettin Karaman hocanın Suriyeli düşünür
Cevdet Said’in açıklamalarına cevap verdiği yazısını
eleştirmiştim.
Hayrettin Karaman hoca Pazar günü bu eleştirime sertçe bir cevap
vermiş.
Yazısını okuyunca anladım ki Hayrettin Karaman hoca benim
yazımdan fena halde incinmiş.
Karaman hocanın kırılmış olmasına gerçekten üzüldüm. Hoş
olmadı.
Çünkü yazı yazarken amacım kimseyi kırmak, rencide etmek,
istiskal etmek değil.
Amacım, konuşulması gerekenlere dikkat çekmek ve meselelerin
sarih bir dille tartışılmaya açılmasını sağlamak.
Fakat hangi niyetle, hangi amaçla, hangi endişeyle yazarsak
yazalım, esas olan muhatabımızın ne anladığıdır.
Gördüm ki yazıdaki net ifadelerin getirdiği sertlik ve
tartışılan konunun hassasiyeti nedeniyle metne sinen öfke,
meramımın önüne geçmiş.
Bunu anlayışla karşılayacağını umuyorum.
Hayrettin Karaman hocanın müktesebatını, nezaketini, 50
yıldır bizlere verdiği emeği görmezden gelecek
değilim.
Bu üzüntümü paylaştıktan sonra, bazı hususlara dikkatinizi
çekeyim.
Aydınların, yazarların, ilim adamlarının iktidar taraftarı
değil; onu denetleyen ve siyasetten bağımsız düşünce üreten bir
pozisyonda durmalarının daha doğru olduğunu düşünüyorum.
Türkiye ve Mısır’daki iktidar süreçlerinden sonra
‘siyasal İslamcılığın’ ve geldiği noktanın ciddi
anlamda tartışılması gerektiği, gizlenmez bir gerçek.
Hayati derecede önemli sorunlar var. Müslüman ülkelerin
durumu da bu ülkelerdeki dindarların durumu da başımızı öne
eğdirecek durumda.
Siyasal İslamcılığın geldiği noktayı olgunlukla ele almadan,
edinilen tecrübeler ışığında esaslı bir sorgulamaya gitmeden,
hiçbir şey olmamış gibi devam edemeyiz.
Alim de olsa, aydın da olsa, başbakan da olsa herkes
eleştirilir. Eleştiri bir başkasına ders verme değil,
görülen yanlışı düzeltme çabası taşır.
Aydınlara, alimlere, ilahiyatçılara, kanaat önderlerine yakışan
filan partinin iktidarına taraf olmak değil, vicdana, ahlaka,
özgürlüğe, adalete, dürüstlüğe, nezakete taraf olmaktır.
Aydınlar, yazarlar, düşünce adamları toplumun bir kısmına değil
bütününe hitap edecek bir tutum içinde olmalıdır.
Dinin, caminin, ortak değerlerin; ayrışmanın, çatışmanın
malzemesi yapılması her dindarın üzerinden uzun uzun düşünmesi
gereken bir tablodur.
Bu kadar dindarlıktan, bu kadar ahlaki sefalet nasıl çıktı?
Günümüz din algısının insanları adam etmediği ortada. Peki ne
olacak? Bu soruların cevabını verecek olan ilahiyatçılardır,
alimlerdir, kanaat önderleridir. Bu sorulara cevap vermeden
teferruatı tartışmak, topu taca atmaktır.
Türkiye’de ve Mısır’daki siyasal İslamcı iktidarların ortaya
koydukları tablo herkesin malumu.
Bütün bu tecrübeleri tartışmaya açmadan, Suriye’de on binlerce
insanın ölümünü göze alıp benzer bir iktidar hayali kurmak izaha
muhtaç bir tutumdur.
Suriye’de tercih Esad ile Müslüman Kardeşler arasındaki bir
tercih değil, hayatın, yaşamanın, ahlaki sorumluluğun, vicdanın,
bilincin ve yeterliliğin tercihidir.
Hülasa, Hayrettin Karaman hocaya saygım da hürmetim de
tamdır.
Ama bu saygı ve hürmet, mezkur meselelerin konuşulmasının önüne
geçecek türden bir içeriğe sahip
değil. twitter.com/acikcenk
Bu yazıya
Facebook'ta yorum yapmak
için tıklayın