Gazetede bir haber. Magazin sayfasında. Bizim Kanuni,
Bakü'de bir filmde oynayacakmış.
Filmin konusu "Müslüman Ali ile Hristiyan Nino'nun aşkı
anlatılıyor" cümlesiyle başlıyordu.
Bir yandan öyküler, kimliğin din ögesine vurgu yapmaya hevesli.
Bir yandan politikalar "din"in altını çizdikçe
çiziyor.
İnsanları, film karakterlerini dinleriyle, giderek mezhepleriyle
tanımlamak "ortak bir dünya"ya hizmet etmiyor.
Tersine farklılıkları görünür kılıyor.
Dünyanın her yerinde barışın paydası
"benzerlikler"dir. Farklılığa vurgu yaparsan
barışa hizmet etmiş olmazsın.
Durumu. Başka bir şekilde açayım;
Hani bilinç düzeyimiz yükseliyordu?
Hani bilgi çağında yaşıyorduk? Bilgi
ulaşılabilirdi.
Hani dünyanın eğitim ortalaması birkaç basamak
yükselmişti?
Hani yeterince savaşlar görmüştük? Katliamlar... Terör
olayları...
Hani eşitlik, özgürlük, insan hakları sadece insan olmaktan
doğan haklardı?
Postmodern dünya böyle bir yer.
İleriye gittiğimizi sanırken hep geriye, daha geriye
götürüyor bizi.
Durumu. Başka bir şekilde daha açayım;
Eskiden. Orta sayfa güzelleri vardı, bulvar
gazetelerinde. O güzellerin isimleri ya Helga'ydı,
ya da Sonya.
Fotoğraflarının altında "Helga, Türk erkeklerine
bayılıyor" türü cümleler yer alırdı. "Hristiyan
Helga, Müslüman Hasan'a bayılıyor" yazmazdı.
Olsa olsa ülkesini yazardı. O da Türk erkeğinin cazibesine ölçü
olsun diyeydi.
Bizim Kanuni'nin ve filmdeki sevgilisinin ayrı dinlerden olduğu
vurgusundan öyle rahatsız oldum ki, geriye, epey geriye gitmek
istedim.
İstedim ki. Sadece Ali Ayşe'yi sevsin! Helga da Hasan'ı
sevsin! Ali isterse Betty'i de sevebilir.
Biz sadece sevmek fiiliyle ilgilenelim yeniden.
Böyle düşünüyorum diye. Geriye gitmek istedim diye. Yani
şimdi ben gerici mi oldum?
LÖSEV'İN HASTANESİ
LÖSEV 400 yataklı hastane yaptırıyor. Sağlık Bakanlığı
"400 olmaz, 100 olacak" diyor.
Bu durumda kimin haklı kimin haksız olduğuna sadece ve sadece
lösemili hastası olanlar karar verebilir. Nokta.
BU ADAMI YAZMAK İSTEMİYORUM
Kİ!
Çokbilmiş okur dürtüyor: "Ergin Ataman'ın attığı tokat
hakkında herkesler yazdı, sen bir sözcük bile yazmadın.
Niye?"
27 Kasım 2014'te yazmışım. "Ergin Ataman da
kim!" diye seslenmişim.
O yazıda. Bu adamın kendini seviciliğine dikkat çekmişim.
Konuşmalarından şikayet etmiş, "Galatasaray sahipsiz
mi" diye sormuşum.
Yetmezmiş gibi, bir sürü Ergin Atamancı kişiden
sövgüler almışım.
Siz durumu adam tokat atınca görmüşseniz, ben ne
yapabilirim!
AKLIMDA KALAN
"Oldu işte, olacak..."
endişesi: Çok ama çok eski okurlarımdan Kemal Bey,
önceki yazımda "pardon ama üniversitelerin ateşi var" dememi
kastederek, "uyarmıştınız, oldu" diye yazmış. Üniversitelerde dün
yaşanan olayları kastediyor. Uyarmamın hiç önemi yok. Sonucu
değiştirmiyor maalesef. Bizler, kampüslere girdiğimizde, gerilim
koridorlarından geçiyoruz. Pencerelerimizden içeri sloganlar
doluyor. Bir grubun astığı afişi, diğer grup söküyor. "Duvarlarda
herkese yer var" deseniz de olmuyor. Sözcükler anlamını yitirmiş.
Genç insanların gülücüklü yüzleri, çatık kaşlı yüzlerle yer
değiştirmiş. Felaket geliyorum demiyor, bağırıyor.