Eren Talu’nun Ayşe Arman’a verdiği röportajı okuyunca
doğrusu ürperdim. Hani şu Galatasaray stadının yapım
ihalesini alıp eline yüzüne bulaştıran adamdan, meşhur haber
spikeri Defne Samyeli’nin kocası olan, işleri kötüye gidince
de karısı tarafından terk edilen Eren Talu’dan
bahsediyorum.
Bugün kapıldığım o ürpertinin aynısına Richard Gere
ile Diane Lane’nin başrollerini paylaştığı
‘Sadakatsiz’ filmini izlediğimde de kapılmıştım.
Korkunç bir ürperti.
Bu olay yaratacak röportajı henüz okumadıysanız, bulun ve
mutlaka okuyun. Burada alıntılar yaparak sizi tembelliğe
alıştıracak değilim.
Şundan eminim, röportajı okuduğunuzda Aşk-ı Memnu’nun
Adnan beyine şükreder hale geleceksiniz.
Peki bu röportaj beni neden bu kadar ilgilendirdi?
Bu röportaj beni "İş tutma tarzımız, işe
yaklaşımımız karakterimizin aynasıdır" ilkesine bir kere daha
inandırdı.
İnsanların iş hayatlarındaki başarı veya başarısızlıkları,
kişikliklerinden bağımsız değildir. İş hayatında
sergiledikleri tutum, yaklaşım ve ilişki biçimleri kişinin
karakterinin tezahürüdür.
Çok iyi gazeteci, çok iyi doktor, çok iyi çöpçü ya da çok iyi
işadamı olmamız , o işlerle kurduğumuz irtibattaki
dürüstlükle birebir ilişkilidir. Düzgün adam olduğumuz ölçüde,
işimiz de düzgündür. Aynı şekilde kişiliğimizdeki yozlaşma,
işimize de yansır.
Pek çoklarımızın zihninde "namuslu adam", başkasının
karısına kızına yan gözle bakmayan ve kendi karısına kızına da yan
gözle baktırmayan adamdır. Halbuki sokakları hakkıyla süpüren
çöpçü, hastasına lüzumsuz ilaç yazmayan doktor, tartısına hassas
esnaf da namusludur.
Bu iki tutumun "namus" kavramında biraraya gelmesi çok
manidardır. Bundan dolayıdır ki insanların bir alanda
namuslu, diğer alanda namussuz olması mümkün değil.
Ailesi ve başka aileler konusunda ilkeli adam, işinde de aynı
şekilde ilkeli olur. İşinde ilkeleri bir yana bırakan bir adamın,
aile konusunda ilkeli kalması da mümkün değil.
Elbette düzgün insanların başına da böyle belalar,
talihsizlikler gelebilir. Fakat mahremiyetlerini topluma açmazlar.
İçine düştükleri kötü durumlardan kendi onurlarını koruyarak
çıkmanın da yolunu bulurlar.
Kaybettiğimiz her karakter değerine karşılık iş hayatımızda da
bir kayıp yaşarız. Karakterimizdeki erozyon, sonunda iş hayatımızın
da çöküşünü hazırlar.
Eren Talu röportajı bu bakımdan ibret alınacak bir örneği gözler
önüne seriyor.
Eren Talu, işini kaybettiği için mi eşini de
kaybetti? Yoksa işini düzgün yapmasına temel olan, kendisini
aynı zamanda iyi bir iş adamı da yapacak değerleri kaybettiği için
mi eşi de içinde olmak üzere herşeyini kaybetti ?
Sizce hangisi?
Geçenlerde bir haber okudum: Final bölümünün oynadığı gece her 4
evden 3’ünde Aşk-ı Memnu izlenmiş. Bu tablo neyin
göstergesi?
Bu arada, sahi biz Adnan beye kızıyorduk ama daha beteri
de varmış. Ne diyor Eren Talu o röportajda
Ayşe Arman’a: ‘Ve sakın
yanlış anlama. Benim itirazım neden bunu yaptı diye değil, her boku
ben yapmış gibi duruyorum, buna bozuluyorum.’
Talu'nun itiraz etmediği şey karısının bir
başkasıyla yatması! Bu vatandaşın salak
yerine konulmaktan önce kendi ahlak eksikliğini keşfetmesi gerekir.
Ahlaki gerilik hemen her zaman akıl fukaralığıyla da yan yana
yürür. Ne derdi eskiler: ‘Allahım sen bizi beterinden koru.’
Bakın, demek ki Adnan beyden de beteri varmış.