Haber değeri olan, Sezai Karakoç’un bu tavrıdır

Haber değeri olan, Sezai Karakoç’un bu tavrıdır

Levent Gültekin acikcenk@gmail.com

Habertürk gazetesi Necip Fazıl Kısakürek’in de bulunduğu bazı aydın, yazar ve düşünce adamlarının hükumete yazdıkları mektupları yayınladı.

Mektuplarda yazarlar hükumetten para talebinden bulunuyorlar.

İstenen meblağların küçüklüğüne bakınca, o dönemde düşünce ve edebiyat adamlarının gerçekten ciddi sıkıntılar çektiğini anlıyoruz.

Haber olanlar arasında Peyami Safa, Yahya Kemal Beyatlı gibi birçok önemli isim olmasına rağmen mesele geldi Necip Fazıl üzerinde yoğunlaştı.

Zaten haber de tamamen Necip Fazıl üzerine kurulmuş. Peyami Safa’nın, Yahya Kemal Beyatlı’nın mektupları pek ayrıntılı değil.

Sanki diğerlerinin bu türden bir ‘defo’ya sahip olmalarının yadırganacak bir durumu yok.

Bu mektuplar sıradan bir şey değil. Elbette ortada insanı rahatsız eden bir tablo var.  Düşünce adamlarının bu paraya muhtaç olmaları ve bunu başbakana yazdıkları ‘taviz’ veya ‘tehdit’ mektuplarıyla gidermeye kalkışmaları gerçekten üzüntü verici.

Fakat bu, sadece bu insanların sorunu değil. Bu utanç hepimizin. Bir yazarın eşini doktora götürmek için başbakandan para isteyecek durumda olması bu ülkenin başını önüne eğdirecek türden bir tablodur.

Bir devletin kendi aydınlarını, düşünce adamlarını böyle ‘dilenci’ durumunda bırakması da en az o mektuplar kadar rahatsız edicidir.

Örtülü ödenekten birçok saçma sapan işe harcanan paralar göz önüne alındığında düşünce, fikir, edebiyat adamlarının böyle komik rakamlara muhtaç bırakılması dönemin siyasetçilerinin nasıl bir kumaşın ürünü olduğunu da gösteriyor.

Peki o dönemin arşivleri açılıyor olması, bugünün arşivlerinin de gelecekte açılacağı anlamına mı geliyor?

Sanırım böyle bir beklenti var: “Gün gelecek Tayyip Erdoğan’dan para talep eden yazarların da listesi açıklanacak.”

Bugünün bir arşivi olduğunu sanmıyorum. Çünkü işler daha şeffaflaştı. Metot değişti. Artık her şey herkesin gözü önünde oluyor. Bu nedenle bir arşive de, o arşivin açılmasına da ihtiyaç yok.

Kimin iktidarla nasıl bir ilişki içinde olduğunu artık herkes biliyor. Kimin iktidar ‘yandaş’lığı üzerinden servetine servet kattığı, kimin hak etmediği halde yüklüce maaş aldığını, kime hiçbir fikri olmadığı halde yüksek paralar karşılığında TV’lerde amigoluk yaptırıldığını, “En çok parayı kim verirse onun borusunu öttürürüm” diyenlerin itibarlı köşe yazarı muamelesi gördüğünü, gazete ve TV’ler arası transferlerde tek kriterin ‘taraftarlık’ olduğunu…

Bütün bunlar herkesin, hepimizin gözü önünde olan olaylar.

Köşe yazarlığının bu kadar değersizleştiği, etkisizleştiği, anlamsızlaştığı bir dönemde verilen yüksek maaşların bir anlamı vardır değil mi?

Hiçbir esaslı iş çıkarmadan, işe yarar bir söz söylemeden, düpedüz kahvehane muhabbeti yapanlara bu yüksek paralar niçin ödeniyor ki?

Bunun adı kalemin iktidarla çıkar ilişkisi değil de nedir ki?

Özellikle de bazı gazete ve TV’lerin, esaslı bir müşterisi de olmadığı için milyonlarca dolar zarar ederken, o gazetede köşe yazarlığı veya program yapanlara on binlerce dolar maaş bağlanması başka nasıl izah edilir ki?

Bunların kim olduğunu anlamamız için arşive ne gerek var! Gazeteleri elinize alın zaten göreceksiniz.

Necip Fazıl'ın çıkardığı “derginin borcunu ödemek için” 20 bin lira istemesi, Peyami Safa’nın “eşini tedavi ettirmek için” başbakandan yardım talebinde bulunması günümüzde ödenen meblağların yanında çok masum kalıyor.

Türkiye’de ne düşünce kendini siyasetten, maddi endişeden arındırabildi, ne de siyaset düşünceye ve düşünce adamlarına bu ülkenin yüksek değeri gözüyle bakabildi.

Siyaset düşünce adamlarına ancak kendisi gibi düşündüğünde değer verdi, el üstünde tuttu.

Necip Fazıl’ın, Peyami Safa’nın, Yahya Kemal’in  hayatlarını sürdürmek için Menderes’ten para istemeleri haber oluyor. Bence bu devirde asıl haber olması gereken büyük düşünce ve edebiyat adamı şair Sezai Karakoç’un iktidar karşısında takındığı tutumdur.

Çünkü farklı ve değerli olan, şaşkınlığa düşüren Sezai Karakoç’un yaptığıdır.

Bu dönemde haber olması, insanları  şaşkınlığa düşürmesi gereken, aydınların iktidarla girdikleri parasal ilişki değil, iktidarlarla hiçbir ilişki kurmadan hem kişiliğinin, hem de düşüncesinin bağımsızlığını koruyanlardır.

Meseleyi herkesin bildiğinin farkındayım.  Ama çocuklarımıza anlatacağımız ‘esas hikayenin’ bu olduğunu düşünüyorum. O nedenle bir kere daha hatırlatmak istedim.

Biliyorsunuz Sezai Karakoç’a AK Parti iktidarı  döneminde iki sefer ödül verildi. İlki Kültür Bakanlığı'ndan,  ikincisi Cumhurbaşkanlığı'ndan.

Kültür bakanlığının verdiği  ödülün parasal karşılığı yanılmıyorsam 500 bin TL idi. Asgari yaşam standartlarında hayatını sürdürmeyi bir tercih olarak seçen Sezai Karakoç bu iki ödülün de parasal kısmını almayıp, sadece plaketlerini alarak müdanasız bir hayat sürdürerek itibarın korunabildiğini hepimize göstermiştir.

Örnek alınacaksa bu alınmalı diğeri değil. twitter.com/acikcenk

Bu yazıya Facebook'ta yorum yapmak için tıklayın