Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Böyle bir harekete (savcının
öldürülmesi) sahip çıkan ne siyasetçi ne medya hiçbir zaman
vatansever olamaz" dediğinde.
Hürriyet'in de üst perdeden "Vatan
sevgimizi kimsenin sorgulamasına da izin verecek de
değiliz" cevap verdiği sıralarda.
Böylesi keskin bir çatışmanın, gerilimin varabileceği sonuçları
tahmin etmeye çalışırken.
Hıfzı Topuz'un "Türk Basın Tarihi"ni okuyordum
yeniden. Tesadüf ki ne tesadüf.
Sene 1930. İktidarda tek parti hükümeti
var.
Muhalif gazetelerin koyduğu tavırlar yoğunlaşmış.
Zekeriya Sertel yönetimindeki Son
Posta manşeti atmış: "Boğuluyoruz. Biraz Hava
İstiyoruz!"
Telefonla gazete başyazarlarına emir verilen günler.
Muhalif basının (Yarın, Son Posta, Halkın Sesi, Yeni
Asır...) susturulması konusu Meclis'e gelir.
Günlerce. Vekiller en ağır ifadelerle basını suçlar.
"Vatan sevmezlik, hainlik" ifadeleri havada
uçuşur. Mazhar Müfit, Şeyh Sait isyanını, Kubilay'ın katlini
basının zehir saçmasına bağlar.
Ziya Gevher Etili, "basın haşeresini"
temizlemek için yasal düzenleme ister.
İsmet Paşa o yoğun bağrışmalar arasında kürsüye çıkar ve sakin
bir sesle "Basın olmaksızın halk yönetiminin bulunduğunu
varsaymak ihtimali yoktur!" der.
Vekiller sakinleşir ancak bu sürecin sonunda 1931
Matbuat Kanunu geliverir. Artık Hükümet dilediği zaman
dilediği basın organını kapatabilecektir! Vahim.
Falih Rıfkı'nın "Gazeteciler aşk yüzünden bu
meslektedirler ancak gazetecilerin talihleri bir telefon darbesine
bağlıdır" sözlerini söylediğinde 78 yıl önceydi.
Bu bilgileri paylaşma nedenlerime gelince;
Bir, bu ülkede bugün de 78 yıl öncesiyle aynı
argümanlarla tartışma yapılıyorsa, gelişim denen şey sadece
araçsaldır.
İki, bedenimiz bugünde, zihnimiz 78 yıl
gerideyse gelişimden değil olsa olsa gerilemeden söz
edilebilir.
Üç, eskiden bir grubun kendisi gibi düşünmeyen
başka bir grubu hedef göstermesi çok tehlikeliydi, olanaklar
düşünüldüğünde bugün çok daha tehlikelidir.
Dört, bugün diyalog, belki de tarihin her
döneminkinden daha gerekli ve maalesef tarihin hiçbir döneminde
olmadığı kadar az.
BİNLERCE YILLIK
TARTIŞMA
Sonuçsuz tartışma: Özgürlükle güvenlik (aslında
emniyet demek isteniyor) arasındaki denge.
Sınırları belirsiz. Üzerinde anlaşması zor.
Site güvenliğine kime gittiğinizi ve kim
olduğunuzu açıklamadan bir dostunuzun evine bile
giremiyorsunuz.
Sevgilinizle öpüşürken kameralar tarafından kayıt altına
alınıyorsunuz. Öpüşme tekniğinizin siz farkında
değilsinizdir ama sistem bilir.
Mobese'lere el sallamadan geçemiyorsunuz.
Kuyruğunuzda kamera aksamıyla yaşamak zorundasınız.
Modern çağın filozofları ismini koymuşlardı zaten: Modern
hapishane.
Dolayısıyla üst aranması konusunda kıyametlerin kopması çok
anlamsız. Beden çoktan ele geçirildi bile.
Sadece avukatlar değil, yargıçlar da, savcılar da X-Ray
cihazından geçiversinler lütfen.
Üst araması güvenliği sağlar mı? Orası kuşkulu. Gökdelenlerin
uçaklarla yerle bir edilmesiyle başlayan, imkansızın imkanlı olduğu
bir çağdayız.
Ve kaldı ki güvenilmez olan meslekler değil. Kişiler.
Teröristler avukat mıydı ki?
SEVDİM BU ADAMI
Ayşe Arman söyleşisinde Murat
Ülker vardı. Bu kadın ne yapıp yapıyor, ruhunu ortaya
koyuveriyor konuştuğu her kişinin.
Murat Ülker gibi ketum birini bile sayfa sayfa
açmayı başarmış.
Ülker'in patronunun mütevazılığını (ya da mütevazılığı
oynayışını) sevdim.
"Bir insanın en önemli şeyi ismidir, sonunda bey, hanım
gibi takıya ne gerek var" cümlesindeki özgüveni
sevdim.
Kendi yaşı kaç olursa olsun, çocuklarıyla aynı deneyimi
yaşamak için (a)sosyal medyaya girişini sevdim.
"Ben Ülker satıyorum, Murat Ülker satmıyorum"
cümlesindeki pazarlama anlayışını, imaj konumlamasını sevdim.
İyi bir iletişim yönetimi işiydi bu söyleşi. Emeği geçenleri
kutlarım.
AKLIMDA KALAN
Fenerbahçe otobüsüne
saldırı: Olay vahim. Spor gibi masum bir alanın
geldiği nokta sporu tehdit ediyor. Maçlar iptal
edilince. Spor da şiddet karşısında bir adım geriye
çekilmiş oluyor. Ve. Fakat. Hazmedemediğim şey, sporda
şiddeti yöneticilerin saldırgan üslubu körüklüyorken, yaşanan olayı
ilk kınayanların da onlar olması. Hiçbir özeleştiri,
sorumluluk hissi barındırmayan bu açıklamalar bana, sonunda
cambazın ipten düşüp öldüğü sirk gösterilerini
anımsatıyor. Ve elbette zamanlama manidar demeden de
geçemem. Yani. Sadece futbol ve şiddetle
açıklanabilir mi durum?