Klasik anlamda hiçbir gün hatta hatır için birkaç saatliğine
bile “Solcu” olmadım…
Ancak…
Solcu olmayışımdan; solcuların tekellerine aldıkları ama
asla uygulamadıkları birçok değeri sevmediğim, saymadığım ve hatta
o birçok değerin gerektirdiği şekilde davranmadığım
anlaşılmasın…
Meselâ delikanlılık yıllarımdan beri (yasaklı olduğu dönem
hariç) en çok severek okuduğum yazarların başında
“Solcu” Çetin Altan
gelir…
Hele onun boş kabadayılıkları anlatan cümlelerini hiç
unutamam…
Yüksek gustosu, fukara
sofralarında para değil, beğeni ve estetik yoksulluğundan dolayı
bir türlü göremediğimiz rengarenk bir kahvaltı tabağının
eksikliğini anlatışıyla “eğer solculuk buysa ben de
olmalıyım” dedirten makalelerini unutmam mümkün
mü?..
Ama dedim ya…
Çetin Altan’ın anlattığı sol ile
benim çevremde gördüğüm sol birbirine hiç benzemiyordu…
Zira benim çevremdeki sol ve sağın tek ortak noktaları;
Çetin Usta’nın yüksek yaşam gustosuna karşı
oluşlarıydı.
Yakın çevremdeki solcu ve sağcılar; bir solcunun öylesine
(Altan Usta gibi) yüksek beğeni zevkinin olmasını
kabullenemiyorlardı…
İlerleyen yıllarda Komünizm çöktüğünde ben
bu çöküşün gerekçesini Bolşeviklerin asla
“Solcu” olamadıklarına bağladım…
Halen o düşüncem değişmiş değil…
Çünkü Sovyetlerde uygulanan
Komünizm ile Marks’ın önerdiği
Komünizm arasında, Mevlana’nın
Mesnevi’si ile Elmacıklı Ali
aganın yazdığı asker mektubu arasındaki
fark kadar “ayrıklık” olduğuna
inanıyorum
Ve…
Gençlik yıllarımda, “Milliyetçi” kültürle
yetiştirilen ve kendisinden çok daha güçlü biriyle dalaştığını
anlatırken, “adama bir kafa tuttum” deyip de sonra
dayak yemiş, ağız burun Perşembe pazarına dönmüş
çok sayıda arkadaşımın hallerini görünce hemen Çetin
Altan’ın boş babalanmalarla dalga geçen yazıları gelir
geçerdi gözlerimin önünden…
Genelde “sağcı” olarak bilinen ama akıl ve
yöntem olarak “bilimsel solculara” (benim bir
türlü sevemediklerimin “hamasi solcular” olduğunu lütfen
unutmayınız) daha yakın olan “Gülen Hareketi” ise
her türlü tavır ve davranışlarında stratejik davranmaktan asla
vazgeçmedi..
Mavi Marmara Gemisi ve
İsrail birlikleri tarafından dokuz yurttaşımızın
öldürülmesi sürecinde Gülen’in yaptığı stratejik açıklama
yanlış yorumlanmıştı meselâ…
Ama bence özünde doğruydu…
Fethullah Gülen’in,
İmralı'da Abdullah Öcalan ile
yapılan görüşmeleri değerlendirirken; "Sulh hayırdır, hayır
sulhtadır" deyişini okuduğumda işte şu yaptığım girişte
anlattıklarını hatırladım.
Gülen diyor ki;
"Milli onur, milli gurur ayaklar altına
alınmama kaydıyla, o mefkureye saygı devam ettiği müddetçe -bence-
el de öpülebilir, etek de öpülebilir"…
Bu söylemin adı “akılcı yürütme ile strateji tayin
etme”dir…
Siyaset okullarında üzerine ders verilecek kadar derin ve
anlamlı bir sözdür…
Fethullah Gülen'in bir diğer
alkışlanası sözü ise şu:
Gerekirse kan kusulması ama “kızılcık şerbeti
içmiştim" denilmesi…
Bakın çevrenize…
Bütün kavgalar, nizalar, nifaklar hep, bu
kan kusulsa da “kızılcık şerbeti içtim”
denilemeyişi yüzündendir…
Aksine; kızılcık şerbeti içip de tükürenlerin,
“falanca ağzımı burnumu kırdı, senin de ağzını burnunu
kıracağını söyledi” deyişi üzerinedir…
Kişiliksiz ezik bir memur, mesai arkadaşını kıskandığında
amirine gidip şikâyet ederken bu yöntemi uygular meselâ…
Siyasete soyunmuş bir taşralı ezik; rakibini alt etmek için
aklını değil, kurnazlığını kullanıp, kendi mağduriyetini yaratmaya
çalışır…
Dün, “Sözcü kaybetti” diye ilân ederken
gösterdiğimiz gerekçeleri eleştirip, hakaret ve küfürlerle
saldıranlar bugün Gülen’in bu açıklamalarını
okuduktan sonra bakalım neler yapacaklar?..
adnanberkokan@gmail.com