Ertuğrul Özkök o Başbakan'a bakın ne dedi...

Ertuğrul Özkök o Başbakan'a bakın ne dedi...

Adnan Berk Okan adnanberkokan@gmail.com
Uçaktan inenler uçaktan düşenler 

Dönemin başbakanı yayınlarını beğenmediği Sabah gazetesini uçağına almamaya karar vermişti. 
Yanılmıyorsam Roma'ya veya Floransa'ya gidiyorduk. 
Uçakta Başbakan'a şunu söyledim: 
"Bir daha Sabah gazetesini uçağa almazsanız, ben de gelmiyorum..." Devam ettim: "Çünkü onun itibarını değil, bizimkini düşürüyorsunuz..." 
Başbakan'ın uçağına bakıyorum. .. 
O uçaktan bugüne kadar kimler indi... 
Hasan Cemal artık yok... 
Ferai Tınç, Enis Berberoğlu, Ekrem Dumanlı, Fikret Bila yok.. 
Çevresine bakıyorum.. 
Mesela bir Cüneyt Zapsu'yu göremiyorum. 
Gazeteciler ve danışmanlar için uçaktan inmek insanı düşürmez. 
Ama bazen insan o uçakta gittiğini sanırken düşmeye başlar... 
Gazeteciler için asıl felaket işte odur... 
Bu dönem bir gün geçecek. 
O zaman göreceğiz... 
Medyada kimler uçağa binmeden yukarılarda kalmış, kimler uçaktan indirildiği halde, hâlâ yükseklerde... 
Kimler paraşütle atlayabilmiş... 
Kimlerse bir paraşüt bile bulamayıp yere çakılmış. 
 
                                                  *   *   *
Okudunuz mu?..

Yok hayır...

  Çok ayıp çok...

Gazetecilik mesleği de futbol gibi ekip oyunudur.
Birisi hepsi, hepsi birisi içindir...
 Ekip oyunu ise yüksek ahlâk ve iş kültürü gerektirir...
Düşünebiliyor musunuz?..
Köşe sahibi olduğu gazetenin genel yayın yönetmeni, Başbakan tarafın-dan "sakıncalı" bulunduğu için bir yurt dışı gezisine davet edilmiyor...
Geziden bir gün önce de; geziye davet edilmeyen genel yayın yönetmenlerinin gazetelerinden, Başbakan'ın "işine gelen, emrinin dışına çıkmayan" yazarları da bir kahvaltıya davet ediyor...
Ve...
O yazarlar, o toplantıya gidiyor, gidebiliyorlar...
Bunun adı "omurgasızlıktır"...
Bunun adı, köşe sahibi olduğu gazetenin patronajına ve genel yayın yönetmenine hakaretttir...
 Ve bazı yazarlar, genel yayın yönetmenlerinin Başbakan tarafından istiskal edildiğini bildikleri halde o kahvaltıya gittiler...
Ve daha da fenası...
Bir yurt dışı geziye götürülmesi sakıncalı bulunan Fikret Bila, kahvaltıya katılan tek genel yayın yönetmeniydi...
Yazık...
Bu yazarların bencillikleri gelecekte mutlaka karşılarına çıkacak...
Ve...
Mutlaka bu ayıplarının hesabını vereceklerdir...
Vermeliler...
 
 
Bu satırların sahibi ben değilim...
Ertuğrul Özkök...
"Dönemin başbakanı" ise ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz...
Sabah'ın genel yayın yönetmeni mi?..
Söyleyeyim: Zafer Mutlu... 
Bu olayı; yani Ertuğrul'un bu şövalya tavrını ilk öğrendiğim gün, Özkök'e karşı sevgi ve saygı duymaya başlamıştım...
İlerleyen yıllarda onu yakından tanıyınca, medyada kendisine yapılan haksızlıklara ondan çok ben isyan ettim...
Ertuğrul bu itirazını yapığı gün Türkiye'nin en güçlü genel yayın yönetmeni ve köşe yazarıydı...
İstemediği hiçbir gazete genel yayın yönetmeni o dönemin başbakanının  uçağına binemezdi...
Ama hayır...
O. istememek değil aksine, o dönemdeki en güçlü rakibinin uçağa alınmamasına isyan ediyordu...

Bir de bugüne bakar mısınız?..

Meselâ bugün biri çıkıp da Başbakan'ın son gezisinde uçakta merkez medyanın genel yayın yönetmenlerinden bir tekini bile göremeyince Başbakan'a;
"Bir daha merkez medyanın genel yayın yönetmenlerinden birini dahi uçağa almazsanız, ben de gelmiyorum..." diyebilir mi?..
Ve sonra şöyle devam edebilir mi?.
"Çünkü onların itibarını değil, bizimkini düşürüyorsunuz..." 
Ben hemen söyleyeyim:
İçlerinden hiçbiri bunları söyleyememiştir...
Aksine...
Başbakan'a "ne iyi ettiniz de muhalif genel yayın yönetmenlerini davet etmediniz" diyenler bile olmuşur...

Ey güzel insanlar!..

Bilhassa da Özkök'ü, iktidar medyası yazarlarının anlattıklarıyla tanıyanlar...
Lütfen bana inanın...
Çünkü...
Ben Ertuğrul'la en güçlü döneminde kavga edenlerin başında geliyorum...
Erdoğan henüz başbakan olmadan önce onu en çok destekleyenlerinden biri olduğum halde bir ufak eleştirim yüzünden beni gazetemden kovdurduğunda; bana sadece bir tek kişi destek vermişti:
Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök...

Ve 
Fakat...

28 Şubat sürecinde koruduğum, yanlarında durarak destek verdiğim hükümet medyasından bir tek arkadaş(!) bir telefon edip, "geçmiş olsun" bile dememişti...
Bugün çok iyi anlıyorum ki Ertuğrul Özkök'ün sahip olduğu sağlam karakterin KDV'si bile o dönemde "dava arkadaşı" sandığım islamcı medyadaki yazarların karakterlerinden çok daha yüksek değer taşıyormuş...
İşte bakın...
Bir yanda, meslektaşlarından birini uçağına almayan dönemin başbakanına kafa tutan Ertuğrul Özkök...
Diğer yanda iktidar medyası dışında hiçbir gazetenin genel yayın yönetmenini uçağına almayan Başbakanın önünde Ahfeş'in Keçisi gibi sürekli baş sallayan "Evet efendim"ciler...
Doğrusu ne?..

Doğrusu şu:

Demokrasisi gelişmiş ülkelerde gazeteciler meslek ilke ve ahlâkına mutlak surette uymak zorundadırlar.
Meslek ilke ve ahlâkı ise demokrasiye, hukuk devletine ve insan haklarına kayıtsız şartsız bağlılıktan geçer...
İktidar medyası (Ne yazık ki) basın meslek ilke ve ahlâkından yoksun...
Yoksun olmasaydılar eğer...
İçlerinden birini veya birkaçını sözcü seçip Başbakan'a gönderirlerdi...
Sözcü Aydınlık, Yurt, Birgün ve Evrensel gibi gazetelerin amacının "gazetecilik yapmak" veya kamuoyunu bilgilendirmek değil; kendisini ve Hükümetini sadece aşağılamak, itibarsızlaştırmak olduğu için akredite edilmemelerinin doğal olduğunu söylerlerdi...
Sonra da "Ama" deyip şöyle devam ederlerdi:
"Merkez Medyaya da aynı akredite yasağını getirmeniz kabul edilemez... Bu nedenle Uzakdoğu Gezisi ve Dolmabahçe kahvaltısından affımızı diliyoruz..."

Yapmadılar...

Yapamadılar...
Oysa Erdoğan'ı kendisine getirecek, kibirden kurtaracak ve bir başına kalıp etraflıca düşünmesine yol açabilecek bir yöntem olurdu...
Keşke öyle yapsaydılar...
İç siyasette öyle çok şeyi değiştirirlerdi ki...
Yazık oldu...
iktidar medyasının yazarları çok büyük fırsatı harcadılar...