Başbakan Erdoğan’ın 14 gün gibi çok kısa bir süre içerisinde
ikinci kez Habertük’te Yiğit Bulut’un programına çıkmasının bir
inatlaşma sonucu olduğunu düşünüyorum. Başbakan Erdoğan, Yiğit
Bulut’u ilk programdan dolayı yerden yere vuranlara ‘sonuna kadar
arkasındayım’ mesajı vermek istiyor. Bunu başka türlü okumak
imkansız.
Olayı baştan alalım da kimsenin aklı karışmasın.
Biliyorsunuz Başbakan Erdoğan önceki hafta Habertürk
televizyoununda Yiğit Bulut’un programına konuk oldu.
Programın akabinde Erdoğan’ın söylediklerinden çok programın sahibi
Yiğit Bulut’un söyledikleri ve tavrı gündeme oturdu.
Medyanın bir kesimi Yiğit Bulut’a eleştirilerini hakarete
varacak bir düzeye kadar taşıdı. Bu hakaret kısmı bir yana, Yiğit
Bulut’un programda takındığı tavra, benimsediği üsluba yöneltilen
eleştiriler haksız sayılmazdı.
Benim düşünceme göre, başbakan Yiğit Bulut’un maruz kaldığı
saldırılara içerledi ve bunlara karşı bir mesaj vermek
istiyor: “ Yiğit Bulut’un bana gösterdiği ‘aşırı’
destekleyici ve hürmetkar tavrı gazetecilikle çelişmez. Ben
başbakan olarak, dahası Tayyip Erdoğan olarak bu teslimiyeti hem
hak ediyor hem de takdir ediyorum” Başbakan bu mesajı vermek
için aynı programa bu kadar kısa süre içinde ikinci kez çıkmaya
karar verdi.
Başbakan Erdoğan'ın böyle 'stratejik bir hamle' yapmak istemesi
doğal. Fakat bence başbakan bu kararından önce Habertürk’te
katıldığı programın bandını baştan sona kadar izlemeliydi.
İzlemeli.
İzlerse ne mi olacak?
Erdoğan o programda, eski patronuyla hesaplaşmaya
çalışan bir gazetecinin ülkenin başbakanını nasıl kullandığını
benim gibi fark edecektir.
Sadece bu da değil.. Erdoğan, Yiğit Bulut'un kendisiyle kurmaya
çalıştığı ilişkinin tarzının kamuoyunu niçin rahatsız etmiş
olduğunu da anlayacaktır.
Başbakan o kaseti izlememiş görünüyor. Nitekim, Bulut'un
programına ikinci kez çıkıyor. Eleştirilere inat. Peki
Başbakan Erdoğan’ın bu kararı ne kadar sağlıklı?
Doğrusu Erdoğan'ın bu teslimiyetçi ilişki biçiminin getireceği
zararları hesap ettiğini sanmıyorum.
Bu türden ilişkilerin Başbakan Erdoğan’ın
cumhurbaşkanlığı adaylığının önünde ciddi bir engel oluşturacağını
düşünüyorum.
Çünkü Erdoğan’ın herkesi kendisiyle bu tarzda bir ilişki
geliştirmeye iten tutumu, belki etrafında gözü kara bir taraftar
kitlesi oluşturuyor ama aynı gözü karalıkta bir muhalif kitlenin
oluşmasına da zemin hazırlıyor. Fanatik yandaşların tavrı, fanatik
muhaliflerin tavrını da şekillendiriyor.
Başbakanın karşısında konumlanan fanatik kitlenin büyümesi hiç
kuşkusuz cumhurbaşkanlığına adaylık sürecinde önüne ciddi bir engel
olarak çıkacak.
Erdoğan’ın en iyi ihtimalle %35 bandında olan taraftarları
fanatikleştikçe, karşısındaki % 65lik büyük bloğun daı fanatikliğe
kayması tehlikesi gündeme gelecek.
Şöyle bir senaryoyu ciddi ciddi düşünelim derim:
Cumhurbaşkanlığı için iki adayımız var.
Biri Başbakan Erdoğan. Etrafında fanatik yandaşlar, karşısında
fanatik muhalifler.
Diğeri ise hayali bir aday: Milletin değerleriyle barışık,
hiçbir kamplaşma içinde değil, ne yandaşı ne de karşıtı fanatik
gruplar var. Babacan, mülayim biri.
Bu yarışta kim kazanır? Bunu başbakanın ciddi ciddi düşünmesi
gerekli.
Başbakanın etrafındaki fanatik taraftarlar, dışarıdaki
geniş kitleyi muhalifleştiriyor ve fanatikleştiriyor. Erdoğan buna
çok dikkat etmeli.
Üstelik tehlikede olan sadece cumhurbaşkanlığı değil. Türkiye
için çok önemli olan 12 Eylül referandumu da fanatik
Erdoğancılığın ürettiği tepkinin tehdidi altında!
Erdoğan’ın bir inat üzerine kurduğu, yandaş fanatik
oluşturmaya dönük strateji; herkesin üzerine titrediği, 'evet'i de
tehlikeye sokmuştur.
Buraya yazıyorum, eğer referandumda 'hayır' kazanırsa, bunun
büyük sorumlusu Başbakan Erdoğan’ın AK Parti teşkilatına ve
tabanına verdiği şu öğütte ilan edilmiş bulunuyor.
Bakın Erdoğan ne diyor partililerine: ‘Referandumu anlatmak için
kapı kapı dolaşın, herkese anlatın. Biliyorum, olumsuz muameleyle
karşı karşıya kalacaksınız. Ben sabredemiyorum ama siz
sabretmelisiniz.’
Erdoğan son günlerde 'hayır' oylarındaki artışın arkasında bu
sabırsız tutumunun olduğunu görmeli.
Şu duruma bakın hele: Herkes referandum sürecinde gösterdiği
performans nedeniyle Başbakan Erdoğan’ı göklere çıkarırken, ben onu
çıkabilecek ‘hayır’ın müsebbibi ilan ettim. Terslik bende mi acaba?
Bu takdirini size bırakıyorum.
Bir de sokaktan, teşkilatlardan aldığım bilgiyi sizlerle
paylaşarak bitireyim yazıyı. Taban, teşkilatlar referandum
sürecinde başta Bülent Arınç olmak üzere siyasilerin susmasını,
mümkünse tatile filan çıkmasını istiyor. Taban, teşkilat
ciddi ve kararlı bir şekilde çalışıyor ama siyasilerin tavırları,
yorumları, demeçleri seçmende olumsuz tepkilere yol açıyor. Bu
durum 'evet' cephesi için de geçerli, 'hayır' cephesi için de. Siz
söyleyin: Mesela MHP’li Oktay Vural’ı dinleyen biri referandumda
'hayır' der mi?