Erdoğan Hükümetlerinin medyaya yaptığı en iyi şey

Erdoğan Hükümetlerinin medyaya yaptığı en iyi şey

Nuran Yıldız nuran@nuranyildiz.com

"Tarihi olabildiğince nesnel yazabilmek için olayların üzerinden 50 yıl geçmesi gerekir" derler.

50 yıl sonra. Bugünlerin medya tarihini içerecek kitapları okuyamayacak olmama üzülüyorum.

Çok ilginç, sıra dışı medya günleri yaşadık, yaşıyoruz.

2002 yılından bugüne medya şunları yaşadı:

Ulusalcı gazeteciler tutuklandı.

Araştırmacı gazeteciler tutuklandı.

Bizzat Erdoğan tarafından "Tüm bunlar paralel devletin işi" dendi ve tutuklanan gazeteciler serbest kaldı.

Medya patronlarının bir kısmı, "cemaat"in medya imamlarının emir eri oldular. "Cemaat" muhalifleri işlerinden oldu.

Arada bir yerde, hiç anlaşılmaz bir şekilde Erdoğan'a yakın bildiğimiz üç isim (Mustafa Karaalioğlu, Yusuf Ziya Cömert, Mehmet Ocaktan), bizzat Erdoğan'a yakın patron tarafından kovuldular.

Ne tuhaftır ki, bu isimler TRT'de, NTV'de vazgeçilmez eleman oldular.

Sıra cemaatçi gazetecilere geldi. Bir kısmı tutuklandı, bir çoğu kaçıp gitti. Yere düşürdükleri taçlarını almaya vakit bulamadan kaçan hükümdarlar gibiydiler.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ''paralel yapı''dan kurtulmaya o kadar kararlıydı ki, kıyıda köşede bulabildikleri ne kadar FETÖ sempatizanı varsa üzerleri çizildi.

En son, FETÖ'yü haber kaynağı olarak kullanan Cumhuriyet'e vurdu dalga.

Diyeceksiniz ki, "Eeee, nerede Erdoğan Hükümetlerinin yaptığı en iyi iş?"

Buraya nereden geldiğimi söyleyeyim ilk önce;

Birincisi. Geçen gün. Kanal A'nın yayın yönetmeni Alper Tan'ı izliyordum. Gazeteleri yorumluyordu.

Geçmişte STV'nin temsilciliğini yaparken yaşadıklarından örnekler veriyor, Gülen cemaatinin medyanın arka bahçesinde döndürdüğü işleri anlatıyordu.

Ulusalcı bir gazeteci (karşı taraf) anlatsa inanan olmazdı ama muhafazakâr medyadan biri anlatınca iş değişiyor.

Gelelim ikincisine. Enis Berberoğlu, Soner Yalçın'nın kendisine yaptığı eleştiriye, öyle üst perdeden yanıt verdi ki baraj kapağı açılmış gibiydi.

Muhafazakâr kesimden (karşı taraftan) gelseydi, salvo bu kadar çarpmazdı.

Muhafazakâr gazetecilerin birbirleriyle ilgili söyledikleri ve de muhafazakâr olmayan gazetecilerin birbirleriyle ilgili söyledikleri karmakarışık havada uçuşuyor.

Bazen karmaşa, karanlık köşeleri ortaya serer. Ama her zaman iki düşman savaşından daha çok, iki eski dost savaşı daha kanlı olur.

Ve medyada perde arkası meselelerin ortaya dökülmesini sağlamak da Erdoğan hükümetlerinin medyaya yaptığı en iyi şeydir.

Gelecekte yaşasaydım. Ve bugünleri yazacak olsaydım, olaylar üzerinden iz sürerken, karşı kamplarda yer alanların suçlamalarını yazmak yerine, aynı tarafta yola çıkıp, ayrı düşenlerin birbirleri için söylediklerini yazardım.

Ve elbette, "Medyanın Paralel Tarihi"ni yazacak olanlar da medya alanına büyük bir katkı sağlarlar.

"KELEBEK"LER...

"Altın Kelebek" ödüllerini izlerken aklımdan geçenler;

Gecenin müthiş kadınları Nazlı Çelik, Serenay Sarıkaya ve Bergüzar Korel'di. Nazlı'nın konuşması gecenin en iyisiydi.

Mikrofon görünce çenesine vuran ne çok insan var. Mesela Fox'dan Doğan Şentürk'ün hem başkası adına ödül alıp hem de kendi kanalının reklamını yapan uzun konuşması yersizdi.

Özel bir geceye özel kıyafetler giyilmesi gerektiğini öğrenmişiz. Ne var ki rüküşlük ve sakillikten dökülüyoruz.

Özge Özpirinçci ''kadın komedi oyuncusu'' ödülünü gerçekten hak ediyordu va fakat "en çirkin giysi" ödülü de kesinlikle onundu.

Ataberk Mutlu çocuk oyuncu ödülünü hak ediyordu, aldı.

''Erkek oyuncu ödül'' nün İlker Kaleli dururken, Çağatay Ulusoy'a verilmesi haksızlıktı.

Mikrofon boyunun kısa kalması, kadınlarımızın yüksek topuk takıntısı hesap edilmemesinin ve Türk usulü organizasyonların tipik hatasıydı.

Adele'in "25" albümünü çıkardığı bir dönemde, bizim ülkemizde "Dan dan", "Bangır bangır" ve de "Miş miş" gibi anaokulu tekerlemesi şarkıların ödüllendirilmesi müziğimizin acıklı halini göstermesi açısından fena bir tezattı.

"Poyraz Karayel"in senaristi Ethem Özışık'ın ''dizi senaryo ödülü''nü alması güzel oldu. Senaryoda boşlukmuş kimin umuru.

Gülşen'in taklit kokan giysi ve şovu da dahil, gecenin gösteri kısmı "Altın Kelebek"le kıyaslanınca ucuz kaldı.

''Güneşin Kızları" dizisinin, Mustafa Ceceli'nin, İdo'nun ödüllendirilmesi evlere şenlikti.

Bu ''Pantene kızları''nı kim, ne gerekçeyle seçti cevabı halâ yok. Giyimlerinden tavırlarına dökülüyorlardı.

Ve. Bir tarafta şov devam ederken, Diyarbakır'da çatışmalar devam ediyordu. Geceye katılan kimsenin bundan haberi de yokmuş gibiydi.

AKLIMDA KALAN

Bir sevginin en güzel anlatımı: Ferzan Özpetek, Ayşe Arman'a konuşmuş. Annesinden öyle müthiş bir ayrıntıyla söz etmiş ki, benim gibi annesi hasta olanların yüreğine oturuyor. "Benim annem" diyor, "91 yaşında ve ölmek üzere. Günün 23,5 saati uyuyor." Ondan ses almak için eve girdiği zaman avazı çıktığı kadar bağırıyormuş Özpetek: "Annelerin en güzeli! Annelerin bir tanesi!" Annesi hafif bir gülümsemeyle cevap veriyormuş. O kadar. Ne gözünü açıyor, ne de bir tek sözcük çıkıyormuş ağzından. "Bir süre önce" diyor Özpetek, "Çay içiyorum, boğazıma kaçtı ve öksürmeye başladım. Hemen gözlerini açtı, kısık sesle 'niye öksürüyorsun' dedi." Kendisini konuşturmak için çırpınan evladına, sadece o öksürünce meraklanıp ''neyin var'' demek. Başka ne denebilir...