Bazen. Duyduğunuz ya da okuduğunuz bir cümle. O
güne kadar kafanızda nereye koyacağınızı bilmediğiniz onca
şeyi, yerine oturtuverir.
Bir cümle, puzzle'ın eksik parçası gibi resmi
tamamlayıverir.
Benim için o cümle Akit gazetesinin haberinde,
Turgay Ciner'in, Fetullah Gülen'e
söylediği cümleydi: "Emirlerinizi bekliyorum."
Önemli adamların kullandığı cümleler, çoğu zaman sıradan
insanlarla ilgilidir.
Ciner'in, Gülen'den emir beklemesinin, geçmişte, benim
gibi sıradan insanların hayatını da etkilemiş olması pekâlâ
mümkündü.
(Bunları yazarken, telefon dinlemelerine itirazımı ve
tape'lerin her zaman gerçeği yansıtmayabileceğini saklı tutuyorum.
Kes, yapıştır, ekle, çıkart amaca uygun gerçek yarat.)
Kişisel dünyamın karanlıkta kalmış üç küçük köşesi böylece
aydınlanmış olabilirdi. Sıralayayım;
Bir:
Sabah'ta. Fatih Altaylı'nın iki sütun x 15 cm
olarak başlattığı köşe yazılarım zamanla sayfanın tamamına
yayılmıştı.
Altaylı yazılarımdan memnundu."Size bir maaş veriyorum,
beş maaş randımanı alıyorum" diyordu.
Okurlar memnundu.
TMSF, Sabah'a el koyduğunda.
Gazete yönetimine Ergun Babahan getirildi. Şimdi
Millet'te yazıyor.
"Nuran Yıldız artık yazmayacak" dedi.
Sayfa editörüm Cüneyt Toros, Babahan'a benim
için "Sayfalarımı okutan yazar" dese de, fayda
etmedi.
Yazmayacağımı öğrenen Yavuz Donat itiraz etti.
Babahan ona "Yukarısı istemiyor" dedi.
Yukarısı yani Başbakan Erdoğan'ın Babahan'ın da
üzerine atadığı Sabah'ın Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Akif
Yaşin, "Bu doğru değil" dedi, "sizinle ilgili
böyle bir kararımız yok, lütfen yazılarınıza devam
edin."
Kendisine teşekkür ettim ve "Yayın yönetmeninin
istemediği bir yazarın yazmaya devam etmesini doğru
bulmadığımı" söyledim.
Mehmet Akif Yaşin değilse yazmamı istemeyen
"yukarısı" kimdi?
İki:
Habertürk'te. Beş gün, beşinci sayfada yazmam
konusunda beni ikna eden Fatih Altaylı'nın, sonra
ne olduysa "artık yazmayacağımı" söylemesi çok
acayipti.
Çünkü okunuyordum. Çünkü Medya grup başkanı Kenan
Tekdağ'ın değer verdiği isimlerden biriydim.
Dahası, yaptığım işle aldığım maaş arasında uçurum vardı. Bu
kez. Yayın yönetmenim istiyordu, "yukarısı"
istemiyordu.
Kimdi bu "yukarısı"?
Üç:
Bir gün. TRT Türk'ün yayın yönetmeni, çok
yıllık dostum Ümit Sezgin "Sana kahveye geleyim"
dedi.
Geldi. TRT Türk'de iletişim programı yapmamı
istedi. Daha önce Metehan Demir, Ümit ve benim
birlikte yaptığımız program epeyce ilgi çekmişti.
Ümit'e, Genel Müdürün bu tekliften bilgisi olup olmadığını
sordum. "Var" dedi. Olmaması düşünülemezdi. Yine
de burası Türkiye, bunu kendisinden duymak istediğimi söyledim.
Genel Müdür İbrahim Şahin'e konuyu açıp,
düşüncesini sordum. "Elbette destekliyorum, bana düşen
neyse yaparım" dedi.
Programın hazırlıkları başladı. Dekor yapıldı.
Jenerik hazırlandı. Web sayfası açıldı.
Epeyce para harcandı.
Yayından bir gün önce program iptal edildi. Yayın saatimize
Afrika belgeseli kondu.
Yayın yönetmeni istedi. Genel Müdür istedi. Erdoğan'ın
danışmanları şaşırdı. Yine de program yapılamadı.
"Yukarısı" yine devredeydi. Hayalet
gibi beni medyada izliyor, yazmamı, konuşmamı istemiyordu.
Neden? Bilmiyoruz.
Şimdi.
Turgay Ciner'in Fetullah
Gülen'e telefonda "Emirlerinizi
bekliyorum" demesiyle cevabımı bulduğumu hissediyorum.
"Cemaat" kendisinden olmayanlara yaşama şansı
bırakmıyor muydu?
Tam da Genelkurmay eski başkanı İlker Başbuğ'un
Yargıtay'daki savunmasında "Asıl fail cemaattir"
demesiyle, Ciner'in Gülen'den emirlerini beklemesi aynı resmi
tamamlamıyor mu?
Lütfen biri bana, "O iş öyle değil, şöyle"
desin.
AHMET HAKAN'DAN
İSTEĞİM
Sevgili Ahmet kötü bir olay yaşadın. Üzüldük.
Şimdi iyileşiyorsun. Seviniyoruz.
Yakında yazmaya da başlarsın. Yazılarını
özledik.
Ama lütfen. İlk yazında.
Yeraltı dünyası isimleri arasında adı geçen Sedat
Peker'le evde kahve içecek kadar samimi olmanın nedenini de
yazarsan sevinirim.
Umarım beni kırmazsın, gözlerinden öperim.
HÜRRİYET'E TEŞEKKÜR
Bir zamanlar. Medya bu kadar kirlenmeden.
"Haberde fikr-i takip" kavramı vardı. Haber
yapılır, sonra olanlar da haberleştirilirdi.
Sonra sonra o da unutulmuştu.
Hürriyet, Bağdat Caddesi'nde, çiçekçiyi ezen ve ortadan
kaybolan sürücü konusunu takip etti. Sürücünün bulunamayışını haber
yaptı.
Taa ki, sürücü tutuklanana kadar. İnsan böyle bir durumda şöyle
demez mi: İyi ki Hürriyet var.
AKLIMDA KALAN
Poyrazköy davasının
sonucu: Ergenekon, Balyoz davalarında olduğu gibi
Poyrazköy davası da sonuçlandı. Tutuklananlar
serbest kaldı, suçlananlar aklandı. Mahkeme sahte delil
üretenler hakkında suç duyurusunda bulunma kararı aldı.
Sahte delil üretenlerin hesap vermesi ve cezalandırılması konusunu
takip edecek gazeteciler var. Belge kalpazanlarını
unutmamak, unutturmamak gerekiyor. Suçlular tutuklanmadan,
suçsuzlar rahat uyuyamaz.