"Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır"
diyor ya şair Sezai Karakoç, bugünlere bakınca insan
"Çelişki çelişki büyüyen bir gündem vardır..."
demekten kendini alıkoyamıyor.
10 Kasım'dan bu yana gündemimiz AK Parti'nin Atatürkçülüğü
ekseninde "Atatürkçülük".
Yazmayan, üstüne konuşmayan kalmadı farkındayım ama bir iki
kelam da ben etmezsem eksik kalırım.
Kim ne kadar Atatürkçü, kim en çok Atatürkçü, kim en has
Atatürkçü bunu bilemem.
Fakat çok uzak değil daha yakın bir döneme kadar Kemalizm ve
Kemalist vesayete bayrak açanların Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın
söylemleri sonrası bir numaralı Atatürkçü kesilmesi acayip bir
çelişki.
Ama şaşırtıcı değil.
Çünkü aynı isimlerin daha dün çözüm sürecinde Öcalan'a nasıl
saygınlık atfettiklerini, süreç bozulmasın diye o dönem doğuda
yaşanan garabetleri görmezden geldikleri, görenleri de
"hain" ilan ettiklerini hatırlıyoruz. Ve
sonrasında çözüm süreci biter bitmez oscarlık dönüşlere de hep
beraber şahit olduk.
Bunun gibi onlarca örnek sıralanabilir.
Dolayısıyla çelişkilerden beslenen bir gündem mekanizması
oluşmuş durumda ve bu hiç sekmeden işliyor.
Peki bunun bir mahzuru var mı?
Gündem ve siyaset açısından bir mahzuru olduğunu düşünmüyorum.
Çünkü ikisi de bu çelişkiler ağından çok güzel besleniyor.
Fakat bu, yanında ciddi bir ahlaki erozyon da
getiriyor.
İnsanların dün ak dediklerine kolayca ve hızlıca kara
diyebilmeleri, (ya da tam tersi) normalleşmeye başlıyor.
Konjonktür, zaman, şartlar vs gibi nedenler bulunabilir fakat bunun
sıklığının artmasında hiçbir anormallik yok mu sizce? Buna
cevabınız "Yoo niye olsun ki dün şartlar öyleydi bugün böyle" ise
size geçmiş olsun.
Tabi bu çelişkiler yumağını sadece AK Parti ve ona yakın olan
medyacılar üzerinden değerlendirmek de yanlış.
Nasıl ki son günlerde muhafazakar camiada yükselen Atatürkçülük;
dombıra çalarken vals yapmak gibi bişeyse, CHP'nin zaman zaman
"dindarlaşması" da o hesap. Bir dönem çarşaflılara rozet takmaları
falan... Olmuyor yani, alışmadık bünyede durmuyor.
Mevzu Atatürkçülük olunca, 15 Temmuz sonrası Atatürkçülerin
özellikle de "dindar" ve "başörtülü" insanlara söylemleri aklıma
geldi.
Şöyle diyorlardı;
"Bakın işte dindarların ve başörtülülerin teminatının
Atatürkçülük ve laiklik olduğunu anladınız değil mi? Laiklik en çok
sizlerin hakkını gözetir, bunun kıymetini 15 Temmuz darbe girişimi
en yalın haliyle göstermiştir...." gibi gibi.
Oysa bir dönem bugün bana teminat olarak gösterilen laiklik
adına, yine aynı kesimden bazıları tarafından eğitim haklarımız
elimizden alınmış, yok sayılmıştık.
Dün beni "öteki" yapan laiklik bugün teminatım oluvermişti.
Bu ne yaman çelişki anne...
Bu memleketin senelerce Kemalizm adına dayak yemiş bir evladı
olarak bugün bir çırpıda "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" dememiz
falan bekleniyorsa, beklenmesin!
Çünkü bize geçmişte Atatürk adına dayak atarlarken dillerinde hep
bu şarkı vardı.
Üzgünüm, sadece başımdaki örtüden dolayı beni gördüğünde
hafakanlar geçiren ve eşit yurttaşlık gereği sahip olduğum tüm
eşitliklere değil de bunların sadece bazılarına sahip olmam
gerektiğini düşünen Atatürkçülerle hiçbir zaman barışmam mümkün
değil.
Hayır Atatürkçü oldukları için değil, faşist oldukları
için....
Ve bazı "izm"lerin aslını yansıtmayacak derecede kullanışlı
olduğunun farkındayım.
Bunun dışında ne Atatürk'le ne Atatürkçülükle ne de
Atatürkçülerle ne gibi bir derdimiz olabilir ki? Aksine iyi ki
varlar.
Sonuçta 15 yıllık muhafazakar bir iktidarın dönüp dolaşıp
geldiği nokta Atatürkçülük olmuşsa, başka söze ne hacet!
twitter.com/Htckubra
Facebook Hatice
Kübra