CHP Kurultayı medya kuruluşlarının hepsine serbestmiş.
Gazetecilere akreditasyon engeli yok.
İsteyen istediğini yazabilir, isteyen istediğini
söyleyebilir.
“Bu ne özgüven” diyebilirsiniz normal olarak.
“Ne kadar demokratik bir uygulama”, normal olarak.
Ne var ki CHP, normal bir sosyal demokrat parti
değil.
Öyle olunca da. Gazetecilerin tartıştığı, eleştirdiği,
övdüğü, yerdiği sosyal demokrat politikaları da yok.
Medya 13 yıldır, “Erdoğan’ı övenler” ve “Erdoğan’ı
yerenler” olarak ayrılıyor.
CHP, kurucu parti olmanın normal politik tepkilerini
veren bir parti değil. Geçmişine karşı ürkek. Kafası karışık.
Erdoğan’ın CHP’ye yaptığı en büyük kötülük, CHP’yi
köklerinden koparmak oldu.
“Atatürk” demekten korkan bir CHP yönetiminin
karşısına kendisi, “1920’lerin vizyonuna geri dönmek”ten söz ederek
çıktı.
Kuşkusuz ki Erdoğan’ın yaptığı politik bir
fırsatçılık, her boşluğa dolucu bir siyasi pratiktir.
CHP’nin sorunu o boşluğu yaratmış olmaktır. Ruhunu
teslim etmiş, kabuğu kalmış bir yapıdır.
Dolayısıyla. Kurultayın medyanın hepsine açık
olmasının demokratik bir değeri yoktur. Sadece eylemsel bir değeri
vardır.
Kurultayı izleyecek gazetecilerin neredeyse hepsi,
CHP’nin güçlenmesinden yana.
CHP uçsun diye, çaktırmadan yandan elleriyle
yelpazeleyenler var. Açıktan açığa dudağını büzüp üfleyenler.
Partide kımıltı olmayınca sırtını verip itmeye kalkan
pek çok gazeteci var.
“Medyaya akreditasyon engeli yok” haberini duyunca.
Ağzımdan “Hımmm” çıktı, “Demek ki, doktor ne isterse yesin
demiş.”
Öyle ya.
CHP’nin gazetecilere söyleyecek ne yeni bir sözü ne de
gösterecek sağlam bir duruşu var. Sanki içine uzaylı kaçmış
gibi.
CHP. Bu kurultayda da. Uslu çocuklar ülkesinde, uslu
çocuklara teslim edilecek… Buna en çok gazeteciler üzülecek.
BAKIŞ AÇISI DEĞİŞMEDEN HİÇBİR
ŞEY DEĞİŞMEZ
Karşımda bir CHP emekçisi duruyor. Ama gerçek bir CHP
emekçisi. Çalışan. Terleyen biri.
Seçim kampanyası boyunca bıkmadan usanmadan,
yüksünmeden direklere CHP bayrağı asan biri.
Sandık nöbetlerinde bir CHP oyu geçersiz sayılınca
kendisini paralayan biri.
CHP’yi sırtında taşıyan son adamlardan. Yusuf Ali.
Kızgın. Emeklerinin karşılığını alamayışına kızgın.
Umutsuz. Bu ülkenin geleceğinde CHP’nin olacağına dair umutlarını
yitirmiş.
Kızgınlığı onu umutsuz bırakanlara.
Ama. Durun. Burada bir terslik var.
Onu umutsuz bırakanların CHP yönetimi değil, seçmen
olduğunu düşünüyor. Seçmene kızıyor!
Sandığa gidip de oyunu CHP’ye vermeyenlere.
Diyor ki, “Soma’da maden çöküyor. Yüzlerce insan
ölüyor. Gidip yine de oylarını Erdoğan’a veriyorlar.”
“Sömürülüyorlar. Onları CHP savunuyor, gidip
sömürenlere oy veriyorlar!”
Daha bir yığın örnek sıralıyor.
CHP’nin gerçek emekçisi olan biri, yenilgilerden
seçmeni suçluyor. Tıpkı o yenilginin gerçek müsebbibi CHP
yönetiminin yaptığı gibi.
Ekmel Beye oy vermeyenleri “tatilciler” diye
etiketlemişler, kendileri sütten çıkmış ak kaşık gibi
duruyorlardı.
Cumhurbaşkanı yapacak kadar güvendikleri Ekmel Beyi,
Parti Meclisi’ne çağırmadılar.
CHP’yi iktidar yapmayan seçmen değil, bu politik
tutarsızlıktır.
CHP’ye seçim kazandırmayan bakış açısı, tarihimizin en
onurlu partisinin iki numaralı adamı Gürsel Tekin’in cümlesinde
duruyor:
“Kurultaydan sonra 81 ili köy köy gezeceğiz.”
Sanki CHP yeni kurulmuş bir parti. Köy köy gezmek
partinin doğal eylemi olması gerekirken.
CHP emekçilerini umutsuzluğa boğan, seçmen değildir.
Ağızla beyin arasındaki uzun mesafedir.
Seçmene değil de kendilerine kızmayı başarmadıkça…
Sonuca değil de gerekçeye bakmayı öğrenmedikçe daha
kaç kurultay göreceğiz, her defasında umutsuzluk üreten…
Gürsel Tekin’gillere sözüm: Orada bir köy var uzakta
ve artık o köy sizin köyünüz değil. Maalesef. Bunda da köylünün
suçu yok.
AKLIMDA
KALAN:
“İptal etmenin dayanılmaz hafifliği”:
Can sıkıntısından sehpa üzerinde gördüğüm bir dergiyi
karıştırıyorum. Bir kadın dergisi. Bu tür dergileri her
karıştırdığımda söyleniyorum kendime: “Neden bunlardan alıp
okumuyorum ki, güzel fotoğraflar boş laflar.” İlgi gösterdiğin her
şeyin bir önemi olması gerekmiyor. Ama. İşte. Fırsat. Bekleme
salonlarında karıştırabiliyorum ben de. Elimdeki derginin bir
sayfasını açıyorum, başlık şu: “İptal etmenin dayanılmaz
hafifliği.” Hızla göz attığım metni ilgimi çekmiyor başlığı kadar.
Bu ifadenin arkasında, “verdiğin sözü tutmak zorunda değilsin”
düşüncesi var, iptal et rahatla. “Sorumsuz ve sorunsuz ol” diyor.
Bence kuşaklar öyle X, Y, Z diye birbirinden ayrılmıyor. “Verdiği
sözü tutanlar kuşağı” ve “iptal etmenin dayanılmaz hafifliği
kuşağı” olarak ayrılıyor.