Sözü uzatmadan başlıkta kastettiğim şeyi söyleyeyim. Benim
gördüğüm, Avcı'ya ait olduğu öne sürülen kasetlerden çıkan en
önemli şey şu: Koca bir aptallık.
Gerçekten de medyanın, dinlenen zevat da dahil, bu kadar
"korkak" ve olup biteni "anlama özürlü" olması şaşırtıcı.
Hiç kimse dinlenmelerin esasıyla alakalı bir sorgulama
içerisinde değil. Herkes maşallah koyun gibi gelen davete icabet
ediyor ve konulan istikamet üzere hareket ediyor.
Gerçekten merak ediyorum: Dinlenen ve savcılığa çağrılıp birer
birer ‘şikayetçi misiniz?’ diye sorulan meslektaşlarımız bazı
soruların cevabını niçin aramıyor? Niçin yüzeysel olarak ‘Aa
ben de dinlenmişim ve şikayetçiyim’ tavrını takınıyor?
Mesela neden kimse kasetlerin tarihlerine dikkat çekmiyor?
Ne zaman olmuş bu dinlemeler? 13 yıl önce. Peki ne vardı
Türkiye’de 13 yıl önce? 28 şubat sürecinin en can sıkıcı, en
baskıcı dönemi.
Peki bu dönemde bu dinlenen zevat hangi cephedeydi? Onları
dinlediği veya dinlettiği ileri sürülen Hanefi Avcı hangi
cephedeydi? Hanefi Avcı o dönem kimin safındaydı? 28 Şubat sürecine
karşı kiminle birlikteydi? Ve niçin 6 ay hapis yattı?
Peki Hanefi Avcı ‘ben odama yerleşirken de boşaltırken de
taşıdığım eşyalar memurlar tarafından kayıt altına alındı. Ben
orada kaset bırakmadım’ dediği halde, niçin kimse burayla
ilgilenmiyor? Neden dinlenenlerden hiç kimse gerçek manada hakkını
aramıyor?
Şimdi ortaya çıkan bu
13 yıllık dinleme vakalarını bir yana
bırakıp soralım: Türkiye’nin en önemli çete
operasyonu olan Ergenekon operasyonunun
temelini ne oluşturuyor? Tabiî ki dinlemeler. Bugüne kadar
ortaya onlarca ses kaydı çıktı. Siz hiçbir savcının bu dinlenen
kişilerden birini çağırıp ‘şikayetçi
misiniz?’ diye sorduğuna şahit
oldunuz mu?
Niçin bu uygulama sadece Hanefi Avcı’nın
dinlediklerine layık
görülüyor?
Neden bu gazeteci arkadaşlar ‘Bu savcı beni niçin öptü?’
diye düşünmüyor, bu tuhaf durumu sorgulamıyor?
Bu durum gün gibi ortadayken, bize de herhalde bu dinlenen
zevata "müstehakmışsınız" demekten başka bir şey düşmüyor.
Size yukarıda anlattığım tiyatroya uygun bir fıkra anlatayım
da, hem gülelim hem düşünelim. Nasıl, iyi olmaz mı?
Temel bir gün arkadaşı Dursun’a der ki ‘ula Dursun bu gece seni
rüyamda gördüm. Ama çok kötüydü
Dursun: ‘Hayrola Temel? Anlat bakalım’ der
Temel: ‘Sorma Dursun çok kötüydü. Rüyamda sana tecavüz
ediyordum.’ Der.
Dursun: Nasıl yani? Peki ben ne yapıyordum?
Temel: ‘Valla hiç bir şey yapmıyordun Dursun’ der.
Dursun: Allah Allah sana karşı koymuyor muydum Temel? Mesela
bacaklarımı sallamadım mı? Yapmayasın diye...
Temel: ‘Yok Dursun hiç kıpırdamıyordun bile’
Dursun: ‘Ula Temel başımı da mı sallamadım?’
Temel: Yok valla Dursun hiç! Olan bitenden memnun gibi
duruyordun.
Dursun: ‘Peki Temel, o zaman ben hak etmişim tecavüz
edilmeyi.’
Yazımdan sakın Hanefi Avcı’yı ve yaptıklarını, yaptığı ileri
sürülenleri aklamaya çalıştığım çıkarılmasın. Önceki yazılarımda da
belirttiğim gibi, Hanefi Avcı ile muarızları arasında hakemlik
yapacak değilim. Kimin haklı, kimin haksız olduğu umurumda da değil
aslında. Hakkın da hukukun da Türkiye’yi çoktan terk etmiş
olduğunun ne yazık ki farkındayım.
Kafama takılan, herkesin kurulan oyundaki rolünü oynarken
gösterdiği gönüllülük. Ve bu oyunu izleyenlerin de, vicdanlarını
bir tarafa bırakmış görünmeleri.
Biliyorum, biraz kapalı oldu ama ne yapalım, lafın hepsi ancak
deliye söylenir.