Çok değil, 8 Ekim'de bu köşede "Sevgili Ahmet"
dedim.
"Kötü bir olay yaşadın. Üzüldük. Şimdi iyileşiyorsun.
Seviniyoruz.
Yakında yazmaya da başlarsın" dedim.
"Yazılarını özledik" cümlesini ekledim.
Sonra da bir "rica"da bulundum. "Lütfen" dedim,
"ilk yazında Sedat Peker'i evinde ağırlayacak kadar samimi
olmanın nedenini de yazarsan sevinirim."
Gözlerinden öperek de yazıyı bitirdim.
Daha ne kadar nazik olunabilirdi, bilmiyorum.
Sen benim bu ricamı görmezden geldin.
Oysa. Sedat Peker muhabbetini ben de, herkes gibi senin yazı
yazdığın Hürriyet'ten öğrendim.
Hatta. Haberi okurken. "Hürriyet içerisinde Ahmet
Hakan'dan hoşlanmayan birileri var demek ki" dedim. Böyle
bir haber seni zora sokmaktan başka işe yaramazdı.
Benim üslubu özenli yazıma cevap vermek yerine gittin, senin
için söylenmedik laf, edilmedik hakaret bırakmayan köşe yazarına
cevap vermeyi seçtin.
Adam benim gibi "yazılarını özledik" falan da
dememişti.
Ne demişti? Senin yazdıklarından özetle:
"PKK'lı" demişti. "Hırsız"
demişti. "Maymun" demişti.
"Şizofren" demişti.
Hakaretlerle yetinmemiş, "istesek seni sivrisinek gibi
ezeriz" demişti.
Ölümle ve saldırıyla tehdit etmişti.
Yazılarımı dikkate almadığından olduğunu sanmıyorum.
Muhatap aldığın, dikkate aldığın pek çok kişinin bu köşeyi
okuduğunu iyi biliyorsun.
Okur sayısı ve kalitesi karşılaştırması yaptığında bu
köşenin çok daha dikkate değer olduğunu da iyi
biliyorsun.
Şimdi ben sana ne diyeyim? Onca yılın hatırı var ağır
şeyler yazamam.
Şimdi etrafında olan pek çok insan, daha senin adını bilmezken,
nethaber.com'a karşı (Nevzat Basım tanık), senin sakalını savunan
bendim. Hatırladın mı?
Benim üslubum ne seninle yarışacak, ne de senin dikkate
alacağın bir üslup değil.
Derdin sana atılan iftiralara cevap vermek değil, polemikten
beslenmekmiş diyeceğim demiyorum.
Sadece. Demek ki senin anladığın dil, hakaret, iftira tehdit
diliymiş diyeceğim. Elbette bunu derken de üzüleceğim...
BİR DAHA DÜNYAYA
GELSEM...
Fatma Girik, biricik aşkı Memduh
Ün'ün cenazesinde "Bir daha dünyaya gelsem yine
Memduh'a aşık olurdum" diyordu.
Hem de ne coşkuyla. Gözleri parlıyordu.
Aylardır hastanede yatan sevdiği adamın öleceği fikrine hiç
alışmamıştı, belliydi.
"Aşk"ın ilk günlerdeki coşkusu, zamanla sükunet
bulur. Uzun süren ilişkilerde "aşk" yerini
dostluğa, arkadaşlığa, alışkanlığa bırakır(dı). Denir.
Fatma Girik'in aşkı yıllar sonra bile aynı
ateşteydi. Ağır hasta aşkını toprağa vereceği günler
yaklaşırken bile, birlikte bir gelecek hayal etmişti başucunda.
Ölmek "aşk"a yakışmazdı ki...
Yıllara meydan okuyan aşklar dönemi kapanıyor. Büyük aşklar tek
tek dünyayı terk ediyor. İnsanların içleri tükeniyor, geriye bir
tek kabukları kalıyor...
Aşk yüzyılı bitti...
OKURA NOT
Bu hafta tüm diğer koşuşturmalar dışında, iki kongrede
konuşmacıyım.
İlki 23 Ekim cuma günü Ankara Üniversitesi'nde. "
'Constructing' Middle East" başlıklı uluslararası
kongrede.
İkincisi 24 Ekim cumartesi günü ODTÜ'de. Türkiye Zeka Vakfı'nın
"III. Zeka ve Yetenek Kongresi"nde.
Emrehan Halıcı'nın başkanlığını yürüttüğü Zeka
Vakfı'nın her sene çok konuşulan Zeka Kongresi, Nihal
Sandıkçı'nın yoğun çalışmalarıyla gerçekleşiyor.
Konuşmacılardan biri olduğum panelde değerli yazar Murat
Menteş de var.
Her iki kongreye de ilgilenenleri bekleriz.
ÜLKEMİZDE FUTBOLUN
HALİ
Yine Fenerbahçe'de işler yolunda gitmiyor. Yine
teknik direktörün gidiciliği konuşuluyor.
Verip dünya kadar parayı, dev oyuncular getiriyorsun.
Anadolu kulübüne güç bela bir gol
atabiliyorsun.
Medyada. Teknik direktör Pereira'nın köprüden önceki son çıkışı
olarak da yanına ülkemiz futbolundan anlayan bir yardımcının
getirilmesi tartışılıyor.
Nasıl yani? Diyorsun.
Türkiye'de futbol, Pereira'nın ülkesinde oynanandan farklı mı
oynanıyor?
Sahadaki futbolcu sayısı mı farklı? Yoksa bizdeki futbol
kuralları mesela Avrupa futbolundan başka mı?
"Pereira'nın yanına ülkemiz futbolunu anlayan biri
lazım" ne demek?
Şu demek;
"Bizde futbol sahada oynanmaz" demek. Bunun
kulüp başkanı var, tuhaf ilişkiler ağı olan spor medyası var,
menejeri var, futbolcu gruplaşması var. Var da var...
AKLIMDA KALAN
Kamusal yayıncılıkta son
nokta: Geçen hafta yazacaktım, sıra gelmedi.
TRT 1'de. Sabah kuşağında. "İyi
Fikir" programında. Elle bel fıtığı tedavisi vardı!
Kamu yayıncısı TRT, olmuştu size telefon numarası yol
kenarlarında yazan "Fıtıkçı"! Herkesin her şeyi bildiği ve
de yapabildiği günlerde tıpçı olmayan bir fıtıkçıyı konuk
etmişlerdi. Konuk eden de bir tıp doktoruydu
üstelik! Neyse ki fıtıkçıdan sonra yayın konuğu olan
Prof. Dr. Başar Atalay durumdan rahatsızlığını
yüzüyle ve sözleriyle ifade etti. "Bu doğru bir yöntem
değil, bel ağrısı sorunu olanlar bir doktora görünmeli"
dedi de, TRT'nin hatasını tamir etmeye çalıştı.