Davutoğlu’ndan göğsümüzü kabartan açıklama

Davutoğlu’ndan göğsümüzü kabartan açıklama

Levent Gültekin acikcenk@gmail.com

Eskiden Türkiye ABD’nin uydusu gibiydi. ABD’den bağımsız ne iç politika oluşturabilirdik, ne de dış politika.

Sadece politikamız değil ekonomimiz de ABD’ye bağımlıydı. Büyüklerimiz hatırlar: Yoksul günlerimizde Amerikan bezleri ve Amerika’dan gelen süttozu ile hayatımızı sürdürürdük.

Aldığımız bu yardımlar özellikle de dış politikada ABD’ye olan bağımlılığımızı bir hayli artırırdı.

Bağımsız kararlar veremezdik. ABD’den gelen her türlü talebe mecburiyetten “evet” derdik.

Sadece taleplere değil, ülkemizin aleyhine gördüğümüz tutumlarına da ses çıkaramazdık.

Mesela 1992’de ABD’liler  tatbikattaki gemimizi vurduğunda 5 askerimiz ölmüştü. Bunun bir kaza olmadığını hepimiz hissediyorduk ama ses çıkaracak ne gücümüz, ne de bağımsızlığımız vardı.

Ardından yine 90’lı yıllarda ülkemizde bir şey oldu: Çekiç Güç’ün PKK’ya havadan yardım attığı belgelendi. Fakat buna da sesimizi çıkaramadık.

2002 yılında AK Parti iktidara geldiğinde ilk birkaç yıl ABD her şeyin aynı olacağını sandı.

Afganistan için asker istedi “hayır” diyemedik.

2005’ten itibaren işler değişmeye başlamıştı. AK Parti artık iktidarını sağlamlaştırmış, Ahmet Davutoğlu’nun uzun süredir hazırladığı ‘Stratejik derinlik’ adlı teorisini esas alan bir politikaya yönelmişti.

Davutoğlu’nun bu ‘derin’ stratejisi çok kısa zamanda etkisini göstermiş, Türkiye’yi bölgenin lideri yapmıştı, kurulan oyunlarda figüran olan Türkiye’yi ‘oyun kurucu’ konumun taşımıştı.

Dünya sistemine ilk tavrımızı NATO genel sekreterliğine getirilmek istenen Rasmussen’in adaylığını veto ederek koyduk. Sonuna kadar direndik. ‘Dünya sistemi’ Türkiye’yi ikna edemediği için Rasmussen NATO genel sekreteri olamadı.

Ardından meşhur “one minute” olayını yaşadık. ABD dahil önemli devletlerin bile temkinli ilişkiler kurduğu İsrail’e ‘Filistinli kardeşlerimize’ uyguladığı zulmü protesto etmek için tarihi bir rest çektik.

Ardından “Libya’ya demokrasi” diye başlatılan yağma ve yıkım operasyonu geldi.

ABD ve NATO’nun olanca baskısına rağmen Türkiye bu kirli savaşta yer almadı. Hatta, Başbakanımız NATO operasyonu ihtimaline karşı “NATO’nun ne işi var Libya’da?!”  diyerek adeta ‘Dünya sistemi’ne büyük bir ders vermişti.

Öyle ki bütün baskılara rağmen Libya’daki ‘Müslüman kardeşlerimizi’ bombalamak için NATO’nun İzmir’deki üssü kullanmasına bile müsaade etmemiştik.

Kuşkusuz bu cesareti edinmemizde Ahmet Davutoğlu’nun uyguladığı ‘stratejik derinlik’ politikasının etkisi inkar edilemezdi.

İşte İsrail’i terbiye etmeye başladığımız dönemde Mavi Marmara olayı yaşandı. İsrail, Gazze’deki gariban insanlara yardım götüren gemimizi basıp 9 vatandaşımızı öldürdü.

“Bölgenin yeni lideri” Türkiye bu saldırının altında kalacak değildi. Hemen meseleyi dünya gündemine taşıdı. İsrail’le olan ilişkilerimizi tamamen dondurduk. Bu yetmedi, bir de F-16 savaş uçaklarımızı İsrail’e gönderrek İsrail’in Aşdot limanına bomba yağdırdık. 18 İsrail askeri öldü. 9 vatandaşımızın bizim için önemini, İsrail’in anlayacağı dilde ifade etmiştik.

İsrail neye uğradığını şaşırmıştı. Tarihinde ilk defa bir ülke İsrail’e meydan okuyor, yaptığını yanına bırakmıyor, verdiği hasarın iki katını ona ödeterek adeta yeni bir tarih yazıyordu.

İsrail çok şaşkındı. İlk defa bedel ödüyordu.

Araya onlarca arabulucu koymasına rağmen İsrail’le görüşmeyi, barışmayı asla düşünmedik.

Derken ABD ve NATO’dan yeni bir talep geldi. Kürecik’e radar sistemi koymak istiyorlardı.

Bu sistemin İsrail’i İran saldırılarına karşı koruyacağını hemen anlamıştık.

Önce Başbakanımız direkt olarak böyle bir şeye izin vermeyeceğini söyledi. Ardından dışişleri bakanımız Ahmet Davutoğlu olanca cesametiyle “Biz artık karar dikta edilen değil, karar veren ülkeyiz” diyerek Kürecik’e kurulmak istenen radar sistemine izin vermeyeceklerini dünya aleme ilan etti.

Ve biz İran’a yapacağı muhtemel saldırılarda İsrail’e çalışacağından emin olduğumuz radarların ülkemize konulmasına da izin vermedik.

NATO ve ABD Türkiye’deki bu değişimi, bu ilerlemeyi ağzı açık izliyorlardı.

Ardından NATO’nun Türkiye’yi Suriye’den korumak için Patriot sistemi kurmak istediği haberi geldi.

Daha haber ajanslara düşer düşmez Başbakanımız  “Patriota falan ihtiyacımız yok. Alıp almayacağımıza ben karar veririm. Böyle bir ihtiyacımız olmadığını ve gündemimizde de olmadığını söylüyorum” diyerek yine hepimizi gururlandıran bir beyanda bulundu.

Öyle de oldu. NATO ve ABD’nin olanca çabasına rağmen patriotların ülkemize kurulmasına izin vermedik.

Sadece bunlar değil. Ahmet Davuoğlu’nun uyguladığı ‘stratejik derinlik’ temelli dış politika sayesinde bütün komşularımızla kardeş gibi yaşamaya başladık. Hem dosta, hem düşmana ‘ahlaki esaslı siyaset’in ne olduğunu gösterdik.

Bu politikamız sonucunda Ortadoğu’daki Müslüman halkları diktatörlerden kurtarmak gibi bir vazife çıkmıştı ortaya.

Önceden bu işleri ABD yapıyordu. Ama artık ‘bölgenin lideri’ olarak kendi göbeğimizi kendimiz kesmemiz gerektiğinin farkındaydık.

Bu bilinç ve duyguyla Suriye’yi ‘özgürleştirme’ operasyonunu başlattık. Esad diktatörünü indirip demokratik bir Suriye oluşturmak için silahlı muhalefete ev sahipliği yaptık.

2 yıldır ciddi bir çaba içerisindeyiz. Şam ve Halep gibi tarihi şehirlerin ‘demokrasi ’ye kurban ederek harabeye döndürülmesi pahasına bu çabamızdan vaz geçmedik.

Her şey tam yolunda giderken geçtiğimiz hafta bizim ‘can düşmanımız’, en azılı ‘muarızımız’ İsrail Suriye’yi bombaladı. Ardında da İsrail Savunma bakanı Ehud Barak’ın “Esad’ın gidişi İran ve Hizbullah’ın da çöküşünü hızlandıracak” cümlesi geldi.

Nasıl olmuşsa olmuş biz Suriye meselesinde İsrail ile aynı safa düşmüştük.

İşte İsrail’in Suriye’ye saldırısı üzerine dışişleri bakanımız Ahmet Davutoğlu’ndan sözünü ettiğim o gurur verici açıklama geldi.

Cumartesi günü Hürriyet gazetesine verdiği demeçte Suriye’yi İsrail’in saldırılarına cevap vermemekle suçlayıp ve bunun  ‘izaha muhtaç’ bir durum olduğunun söylüyordu.

İşte Davutoğlu’nun bu açıklamasını okuyunca gerçekten gururlandım. Türkiye’nin vatandaşı olduğum için göğsüm kabardı. Çünkü bir an kendimi Suriye vatandaşlarının yerine koydum ve nasıl utanılacak bir durumda olduklarını hissettim. İsrail, ülkelerini bombaladığı halde cevap bile verememişlerdi.

Bu kabul edilecek bir şey değildi.

Bizim ülkemiz ise bütün dünyanın çekindiği İsrail’e meydan okumuş, öldürülen 9 vatandaşının yerine 18 İsrail askeri öldürmüş ve İsrail'in bölgeye dönük bütün oyunlarını bozmuştu.

İşte böyle bir ülkenin mensubu olmaktan gurur duydum.

Ama en büyük gurur kaynağım bu duyguyu yaşamamıza neden olan dışişleri bakanımız Ahmet Davutoğlu’nun vizyonu ve Türkiye’nin kaderini değiştiren ‘Stratejik derinlik’li bir politikaya sahip olmamızdı.

Size böyle bir yazı yazmayı gerçekten çok isterdim. Ama ne yapalım, Allah hiçbir topluma, hiçbir devlete hak ettiğinden fazla gururu da, itibarı da, mutluluğu da vermiyortwitter.com/acikcenk

Bu yazıya Facebook'ta yorum yapmak için tıklayın