Yazımın başlığına bakarak sakın Cüneyt Ülsever’i ciddiye alıp
gerçekten soru sorma ihtiyacı hissettiğimi sanmayın.
Dikkat çekmek için yaptığım bir yazarlık numarasıydı. Yine de bu
yazıyı Ülsever’e esaslı bir soru sormadan bitirmeyeceğim.
Cüneyt Ülsever’i sektörde yükselmeye çabaladığı Kanal 7’deki
programından beri tanırım. Sık sık söylüyorum ya ‘medyada
bazıları bir şey yapmak için değil, bir şey olmak için varlar
diye.’ İşte bu tezime örnek kim diye sorulsa, buna hiç
çekinmeden ‘Cüneyt Ülsever’ diyebilirim.
Cüneyt Ülsever gerçekten son 20 yılını bir şey olmak için
harcayanların başında geliyor.
Peki bir şey oldu mu bu arkadaş? Benim bu konuda bir fikrim yok.
Eminim siz bu soruya şık bir cevap vereceksiniz.
Ancak benim bildiğim başka bir şey var. Cüneyt Ülsever hükümete
muhalif bir gazeteci arkadaş. Ama bu muhalefet fikri değil, daha
çok mecburi bir muhalefet. Bundan dolayı da yazıp çizdiklerine
bakınca Cüneyt Ülsever’in cesaretine gerçekten hayran
kalıyorum.
Ülsever ‘Ben muhalif olmak istemiyorum. Lütfen
başbakanla benim aramı düzeltin’ dediği, benim bildiğim, bir kaç
gazeteci arkadaş var. Daha fazlası mutlaka vardır.
Peki Ülsever aracılık talebinde bulunduğu bu arkadaşların bu
durumu bir gün deşifre edeceğinden hiç korkmuyor mu? Gerçekten
tuhaf bir cesaret.
Neyse, asıl meseleye geleyim. Hürriyet’in liberal-Amerikancı
yazarı Cüneyt Ülsever’in Çarşamba günü ‘Ahmet Davutoğlu: Bir
efsanenin çöküşü (mü?)’ başlıklı bir yazısı yayınlandı.
Yazıyı okuduğunuzda ilk aklınıza gelen soru şu: Sen ne diyorsun
arkadaş Allah aşkına?
Ülsever yazıda tatlı bir telaşla Ahmet Davutoğlu’nun kurduğu
stratejinin, dış politika vizyonunun çöktüğünü ileri sürüyor. Ama
Ülsever bir tespit yapmaktan ziyade, bir kutlama yapıyor gibi.
İleri sürdüğü ‘çöküşten’ sevinç duyduğu görülüyor.
Ülsever'e göre Türkiye'nin füze kalkanına 'evet' demesiyle
Davutoğlu’nun oluşturmaya çalıştığı 'komşularla sıfır sorun
politikası’ çöktü. Bu yaklaşım ilk bakışta normal gelebilir. Bu
tespiti medyada birçok yazar arkadaş da yapıyor, Ülsever'inkinin
farkı yok denilebilir.
Gerçekten de şu soruyu Ahmet Davutoğlu’na yöneltmek
hakkımızdır: ‘Siz komşularla sıfır sorun politikası
güdüyordunuz ama füze kalkanı olayı bu vizyona ters düşmüyor
mu?'
Ne var ki Ülsever’in yazısı bu türden bir eleştiri, bir
sorgulama içermiyor. Çünkü Ülsever, olup bitene Amerikan
cephesinden bakıyor ama sanki Türkiye adına soruyormuş,
konuşuyormuş gibi yapıyor.
Şimdi Cüneyt Ülsever’in o yazısında ki şu iki cümlesini beraber
okuyalım.
‘ABD, önemle Ahmet Davutoğlu sayesinde Türkiye'nin Ortadoğu'ya
daha fazla nüfuz edeceği ve bağımlı bir müttefik olarak ABD'nin
çıkarlarını daha iyi koruyacağı hesabını yapıyordu.’
"Öte yanda Ahmet Davutoğlu eline geçen fırsatı Türkiye'nin
tarihi fırsatı olarak algıladı ve Ortadoğu'da ABD'den ve Batı'dan
bağımsız bir hegemonya kurabileceğine iman etti."
Şimdi ne anlayacağız bu yazıdan? Davutoğlu efsanesi, Amerika’yı
hayal kırıklığına uğrattığı için mi çöktü? Amerika’ya bağımlı bir
müttefik olamadığı için mi başarısız? Peki bu ‘çöküş’ Türkiye için
iyi bir şey mi, kötü bir şey mi? Bu soruların cevabını yazıda ben
bulamadım, bakalım siz bulabilecek misiniz.
Ben en iyisi olayı açıklığa kavuşturması için Ülsever’e başlıkta
bahsettiğim soruyu sorayım.
Siz füze kalkanının Türkiye’ye konuşlandırmasını istiyor
musunuz, istemiyor musunuz? Bu soruya cevap verin ki nerede
durduğunuzu anlayalım.
Son dönemde medyamızın dış politika yazarları arasında bir Ahmet
Davutoğlu kompleksi baş gösterdi. Siz de dikkat ediyor musunuz?
Nedir dertleri, telaşları gerçekten anlamış değilim.
Sanırım Davutoğlu’nun bir ‘vizyonunun’ olması bu arkadaşların
kimyasını bozuyor.
Belki de belirlenen politikalara etki edemeyişleri canlarını
sıkıyordur.
Her neyse, ben yazımı İsmet Özel'in vaktiyle Tansu Çiller'e
sorduğu 'Türkiye'nin dışişleri bakanı Tansu Çiller niçin
Türkiye'nin iç işlerine karışıyor' sorusunu biraz değiştirerek
bugünkü dış politika yazarlarına sorarak
bitireyim. Türkiye’nin dış politika yazarları
niçin Türkiye’nin iç politikasına karışıyorlar?