Bazı ‘önemli’ köşe yazarlarının meseleleri ele alma biçimi beni gerçekten şaşırtıyor.
Tepkileri, eleştirileri, talepleri; öyle sıradan, öyle derinlikten yoksun, öyle dünya ve Türkiye gerçeklerinden uzak ki bazen kendi zekamdan şüphe eder hale geliyorum.
Okuduğum köşe yazılarının birçoğunda zerre kadar fikre rastlayamıyorum.
Kahvehane muhabbetti düzeyindeler. Artistik olsun diye veya tepeden bakarak söylemiyorum. Şahsi bir hayal kırıklığını paylaşıyorum sizinle.
Türk medyası ‘vasata’ teslim olmuş durumda. Ne orijinal bir fikir ne de orijinal bir analize rastlıyoruz.
"Önemli köşe yazarları" derinliklerini, temellerini kaybetmiş vaziyette.
Hiçbiri, son dönemde olup bitenle alakalı olarak sorulması gereken asıl soruları sormuyor.
Geyik muhabbeti çeviriyorlar. Kiminin zekası körelmiş, kiminin ahlaki sorunları var, kimi de korkuya rehin düşmüş durumda.
Gelin, Hrant Dink davasında alınan kararla birlikte daha da belirginleşen tabloyu hep beraber sorgulayalım.
Normalde her köşe yazarının üzerine gidip cevap bulması gereken bazı sorular var. Bu sorulara cevap bulmadan bir tutum belirlemek neredeyse imkansız.
Bu soruları sormadan ne yargının, ne hükümetin, ne ‘derin devlet’in tutumunu, ne de ortalıkta dolaşan yeni ‘güç odaklarının’ konumlarını tam anlayabiliriz.
Son altı aydır yargının aldığı kararlarda özelliklede Özel Yetkili Mahkemelerin tasarruflarında ortaya çıkan tuhaf bir kargaşa, stres, gerginlik var. Biri için geçerli görünen fikirlerimiz, bir diğerinde hükümsüz kalıyor.
Kimin eli kimin cebinde anlamıyoruz. Bu tablodaki kargaşayı çözmeden muhalefet etmenin, namuslu eleştiriler getirmenin, sağlam bir duruş belirlemenin imkanı yok gibi.
Fakat bazı gazeteciler tabloyu netleştirmeden muhalefet etmeyi, gücü kime yetiyorsa onu eleştirmeyi tercih etmekten utanmıyorlar. Halbuki namuslu gazetecilik her soruyu sorabilmeyi gerektirir.
Sorulması gereken sorulardan bazılarını soralım şimdi.
Eski genelkurmay başkanının bile
‘terörist’ denilerek tutuklandığı bir
ülkede Hrant’ın asıl katillerini saklayan ‘derin
devlet’ kimdir?
‘Derin devlet’ ‘Dink cinayetiyle
bağlantılı oldukları’ iddia edilen iki MİT mensubu ile iki
polis müdürünü korumak için gösterdiği çabanın onda birini, onca
generalden, onca bürokrattan, onca gazeteciden niçin esirgedi?
Bu iki MİT mensubunu ve iki polis müdürünü ‘derin devlet’in en has adamı yapan asıl neden nedir?
‘Kozmik Oda’sı bile aranan ‘derin devlet’in bir gücü kaldıysa niçin sadece Hrant Dink’in katillerini korumada kullandı?
Hükümetin bazı MİT mensuplarına soruşturma izni vermediği ileri sürülüyor. Peki bugüne kadar onlarca devlet görevlisi Ergenekon’dan içeri tıkıldı. Bunların hepsi için soruşturma izni verildi mi? Kaldı ki hükümet bazı generallerin tutuklanmasına izin vermeseydi, savcılar ve bazı çevreler neler yapardı?
Mesela MİT mensubu Kaşif Kozanoğlu hemencecik gözaltına alınıp içeri tıkılabildiğine göre, mezkur iki MİT elemanı için savcılar niçin aynı ‘cengaverliği’ gösteremedi?
Diğer taraftan savcıların devlet memurlarına dönük tasarruflarında illa idari izin şartı varsa, onca generalin tutuklu olmasından rahatsızlığını belli eden hükümet burada niçin savcıların bir dediğini iki etmedi? Bu izni verdiyse, şimdi arkalarından niçin gözyaşı döküyor?
Yargıda AK Parti’nin sözü geçiyorsa, niçin başbakanın itirazlarını yargı görmezden geliyor? Tam tersine, Hurşit Tolon’un tutuklanmasında da gördüğümüz gibi, meydan okuyor?
Eğer yargıda AK Parti etkin değilse, iki Deniz Feneri savcısı nasıl oldu da ‘bitkisel hayat’a gönderildi?
AK Parti’nin gücü savcıları görevden almaya yetiyorsa, niçin Hrant Dink davası hakimini de ‘bitkisel hayat’a göndermedi de Yargıtay’ı bekliyor?
Erhan Tuncel kimin adamıydı? Cinayetin işlendiği ilk yıllarda eski Emniyet İstihbarat Müdürü Ramazan Akyürek’in adamı olduğu çıktı ortaya. Peki son yıllarda Ramazan Akyürek neden ve nasıl gündemden tamamen düştü?
Biz bu tür kirli işlere bulaşmış her memurun adını her gün onlarca gazetede okuyabiliyorken, hatta daha gözaltına alınmadan ‘suçlu’ muamelesi çekilen onlarca devlet görevlisinin isimlerini ezberliyorken, Hrant Dink davasında soruşturma izni verilmeyen bu iki MİT mensubunun ismini neden hala bilmiyoruz? Bu isimleri kim özenle sakladı?
Bu tür cinayetlere karışan onlarca ismi çarşaf çarşaf yayınlayan gazeteler bu iki isimi neden afişe etmedi?
Diğer taraftan Dağlıca baskınındaki ihmali hemen araştırıp cezayı anında kesen hükümet veyahut yargı, Uludere olayında niçin suskun? Durumu "hükümet ‘Ankaralılaştı’" diyerek kurtarabilir miyiz? Dağlıca’da kendiliğinden harekete geçen yargı Uludere’de niçin ağırdan alıyor?
Hrant Dink cinayetinin azmettiricisi olarak bilinen Erhan Tuncel Zaman gazetesine mektup yazıp niçin özellikle iki kişiyi aklama derdine düştü?
Peki Zaman bu mektuba niçin itibar edip sayfalarına taşıdı?
Erhan Tuncel’in Nedim Şener’in kitabındaki birkaç yıl önce yazdığı mektubu ile bugünlerde Zaman’a yazdığı mektup arasındaki çelişkileri kim, nasıl izah edecek?
Sahi Nedim Şener niçin tutuklanmıştı? Nedim Şener’in kitabına konu olan polislere ne oldu? Her konuda ‘cengaver’ gazeteciler bu meselede niçin suskun?
Uludere faciasına MİT’in adı karıştırıldı. Asıl amaç neydi? Niçin mesele kapandı?
Görünen o ki bazı gazeteciler Hrant Dink’in davasını özellikle Ergenekon dehlizlerine gömmek istiyor. Eğer bu cinayeti Ergenekon işlediyse, Ergenekon savcıları en küçük bir ihtimalde bile ortalığı toza dumana katıyorlarken, bu meselede niçin aynı ‘cengaver’ tutumu gösteremediler?
Özel Yetkili mahkemelerin Türkiye’de ele aldığı davaların muhtevasına bakılınca 'bağımsız' bir havanın hakim olduğu görülüyor. Peki o bağımsız hava uzun zamandan sonra niçin Hrant Dink davasında derin devlet gölgesi altına girdi?
Bu soru listesini daha sayfalarca uzatabilirim.
Bütün bu sorular sorulmadan, cevabı bulunmadan, bazı gazeteciler bu meselelerde nasıl bu kadar kolay ve hızlı tutum belirliyorlar? Gerçekten anlamıyorum.
Gazetecilerin asıl amacı sorunları çözümüne yardımcı olmak değilse nedir ki?