Medya kişilikleri vardır. Medyada yoklarsa hayatta da
yoklardır. Hayatlarını medyada olmak üzerine
kurgularlar.
Gülben Ergen'i onların en bilinen temsilcisi
sanıyordum.
İlişkilerini medya önünde yaşıyordu.
Canı medya önünde yanıyor, gözyaşları içinde
basın toplantısı düzenliyordu.
Evlenmesini, üç çocuk sahibi olmasını hep medya önünde
yaşıyordu.
Çocuklarını medya önüne bırakıyor, sonra da
okul önünde gazetecilere "burası okul ama" tavrı
koyuyordu.
En yakın dostlarından biri Nihat Odabaşı'ydı.
Tesadüf, o da iyi fotoğrafçıydı! Birlikte geziyorlardı.
Medyanın haberi olmadan bir tek anaokulu bile
açmıyordu.
Son evliliğini medya yüzlerinden biriyle yapması da böyle bir
şeydi.
Hac yolculuğunu (a)sosyal medyayla paylaşması
da medya kişiliği olmasıyla ilgiliydi.
Daha doğrusu öyle sanıyordum, yanılmışım!
Gülben Ergen sadece bir medya kişiliği değilmiş. Medya,
Gülben Hanımın hayatında başlı başına bir kişilikmiş.
Düşünün.
Çocuklarınızı seviyorsunuz. En masum andasınız. Siz ve
çocuklarınız var. Eğer siz Gülben Ergen'seniz ortamda bir
de medya gözü var.
Mesela kutsal topraklarda sevgilinizle el ele
yürüyorsunuz. Arkanızdan biri fotoğrafınızı çekiyor.
Estetik.
Fotoğrafı çeken kişi kendi ortamında paylaşsa, dersiniz ki
"yakalamış ve çekmiş."
Öyle olmuyor. Kutsal topraklarda Gülben Ergen, sevgilisi
ve bir de üçüncü biri var, arkadan fotoğrafı çeken.
Evleniyorsunuz diyelim, kocanız sizin elinizi,
siz de onun elini öpüyorsunuz. Ne hoş, ne iki kişilik bir durum
değil mi?
Yok. Siz Gülben Ergen'seniz kocanızla birbirinizin
ellerini öperken bir üçüncü kişi daha var, fotoğrafınızı
çekiyor.
Tüm bunlar. Balayı yerine hacca giderken üçüncü kişi tarafından
çekilen ve Gülben Hanım tarafından servis edilen fotoğrafa bakarken
aklımdan geçiyor.
Bir de not düşüyor kendisini eleştirenlere: "Neye
bakarsan onu görürsün."
Öyle değil Gülben Hanım, neyi gösterirsen ona
bakarız.
Merak bu ya. Bu kadın hiç iki kişilik bir şey yapmaz
mı? Üçüncü bir göz olmadan seyahat edemez, aşık olamaz,
eğlenemez mi?
Ve, gözlenmeden yaşayamayan ruhları normal kabul edebilir miyiz?
Bir psikolog? Bir psikiyatr? Yanıt verebilir
mi?
KOBANİ DEDİĞİN...
Kobani dediğin şöyle bir şeydir;
Suriye için stratejik mevkidir.
IŞİD için oyun alanıdır.
Kürtler için topraktır.
ABD için yemdir.
Türkler için tuzaktır.
Kobani dediğin, filler için çimendir...
SEMERCİOĞLU ZEKÂSI BU
MUDUR?
Hani ünlülerin cep telefonlarıyla çektikleri çıplak fotoğraflar
son günlerde ortaya saçılıyor ya.
Cengiz Semercioğlu durumu, ünlülerin teşhir arzusuyla açıklamış.
Kendi zekâsına hakaret etmiş.
Buradaki esas sözcük "teşhir" değil. Cep
telefonu denen aracın "özel" sanılması. Akıllı
telefonlar girince içeri, özel yaşamlar çıktı dışarı.
NE OLACAK ŞİMDİ?
Bir organizasyon böyle mahvedilir. Bunca yıl emek
verilmiş bir film festivaline böyle yazık edilir.
Bir kriz ancak bu kadar kötü yönetilir.
Altın Portakal Film Festivali'ne, Reyan Tuvi'nin "Gezi
Belgeseli" damgasını vurdu.
Belgesele sansür uygulandı diye ilgili, ilgisiz
jüri üyeleri istifa etti. Film yeniden davet edildi, yönetmeni
Reyan Tuvi de kabul etti.
Şimdi. Belgesel ödül alırsa şöyle denecek: "Kamuoyu
baskısından ödül verdiler."
Ödül almazsa şöyle denecek: "Zaten
vermeyeceklerdi."
AKLIMDA KALAN
Beşiktaş'ın saha
bulamaması: İnönü Stadı'nın yapımı bitene kadar
Beşiktaş maçlarını başka bir statta oynayacak ya. Fenerbahçe sorun
çıkarıyor, stadını vermiyor. Galatasaray sorun çıkarıyor. Beşiktaş
yönetimine sözüm var: İyi takım her sahada, çamurda, engebeli
arazide bile maçı kazanır. İyi takım her koşulda, hakeme rağmen
bile maçı kazanır. Mazeret, az gelişmiş ülkelerin az gelişmiş
futbol takımları için geçerlidir. Hangi sahada oynayacağına kafayı
takana kadar nasıl daha iyi oynayacağına yoğunlaş. Nihayetinde
şimdilik ligin en iyisi görünüyorsunuz.