Bu gece yüzüne soracağım: Rasim Ozan beni hapse mi attırmak istiyordun!

Ertuğrul Özkök Sozozkok@gmail.com

TV100’de her Çarşamba akşamı Cengiz Semercioğlu ile birlikte yaptığımız programa bu akşam Türkiye’nin en çok konuşulan çiftini davet ettik.

Nagehan Alçı ve eşi Rasim Ozan Kütahyalı programımıza katılacak.

Ve programda Rasim Ozan Kütahyalı’ya “Rasim beni gerçekten hapise attırmak istedin mi” diye soracağım.

Arkasından da şu soru gelecek:

“Hapise attırmayı başarsaydın bugün ne hissedecektin.”

Bütün hakaretleri göze alarak neden böyle bir şey yapıyorum

Bu fikrimi, programı birlikte yaptığımız Cengiz Semercioğlu’na açtığımda, önce pek sıcak bakmadı.

“Abi çok dayak yeriz” dedi.

Haklıydı.

Zaten Mehmet Cengiz’i programa çıkardığımız için yediğimiz dayak oramızı buramızı kan revan içinde bırakmıştı. 

Şimdi durup dururken yine kaşınmanın bir manası yoktu.

28 yıl önce yayınlanan bu fotoğrafa ve manşete baktım ve yapalım dedim

Ona bu fikrimi açarken, gözümün önünde bir manşet vardı.  

17 Ekim 1994 günü…

Yani bundan  tam tamına 28 yıl önce Hürriyet gazetesi şu manşetle çıkmıştı:

“Ekranda Yılın Savaşı…”

Spotu da şöyleydi:”

“Basın tarihinin en şiddetli polemiklerini yapan iki tanınmış yazar Emin Çölaşan ve Mehmet Barlas bu gece TRT1’de kozlarını paylaşacaklar.”

Hem iki yazarı hem de iktidarı ikna edince Reha'dan bir şey rica ettim

Reha Muhtar o gece Türk medya tarihine geçecek bir şeyi gerçekleştirmiş ve birbirine  demediğini bırakmayan polemikçi iki köşeyazarını canlı yayında ekrana çıkarmaya başarmıştı.

Ama en önemlisi, bunu devletin televizyonu TRT’de yapmayı başarmasıydı. 

Reha hem TRT’yi, yani iktidarı, hem Mehmet Barlas’ı ve Emin Çölaşan’ı ikna edince, önce beni arayıp bu haberi vermişti.

“Reha seni gönülden kutluyorum. Harika bir işi başarmışsın” demiştim.

Sonra da şu ricada bulunmuştum:

“Bunu kimseye söyleme ben yarına manşet yapayım.”

Bugüne kadar attığım en güzel manşetlerden biriydi.

Ne yazık ki artık böyle programları bırakın TRT’yi, özel televizyonlarda bile yapmak mümkün eğil.

Çünkü herkes kendi mahallesine çekildi ve oradan birbirine ateş ediyor.

Bu akşamki program için faydalı bir bilgi

Bu akşamki  programı seyredecek olanlar önceden şunu söylemek istiyorum.

Birbirimizin boğazına sarılıp, sen şunu demiştin ben bunu demiştim kavgası bekleyen varsa bu olmayacak.

Böyle bir beklentisi olanlara tavsiyem, öteki konuşan kafa programlarından birine takılmaları.

Oralarda her mahallenin kendi meşrebine uygun en yumruk yumruğa kavga fazlasıyla  var.

Son defa 11 yıl önce birlikte çıkmışlardı

Rasim Ozan ve Nagehan bu ülkenin en çok tartışılan medya  karakterlerinden ikisi.

Ben de öyleyim. Siyasi olmamakla birlikte, kendi alanında  Cengiz Semercioğlu da…

Nagehan ve Rasim karıkoca olarak bugüne kadar sadece bir defa Cüneyt Özdemir’in CNN’deki programına çıktılar.

Bundan  11 yıl önceydi.

İkisi de bugüne göre çok daha gençti.

Bu akşam o programdan da kısa bir bölüm yayınlayacağız.

Bakalım 11 yılda ne değişmiş…

11 yıl önce yeni Türkiye'nin 'Putkırıcılarıyız' diyorlardı

O günlerde ikisi de iktidarın en etkili ve kuvvetli kalemlerinden olmuştu.

Kendi ifadeleriyle “Yeni Türkiye” yazarı olarak, “Eski Türkiye” diye niteledikleri  bizleri yerden yere vuruyorlardı.

Bir tür “Putkırıcılık” yaptıklarını söylüyorlardı.

Neticede kendi mahallelerinde bizlerden birer “Nefret objesi” yaratmayı başardılar.

Ama nefret objesi yaratmak için yola çıkan herkesin başına gelen onların da başına geldi.

Kendileri de  toplumun  bir bölümünde nefret objesi haline dönüştüler.

Ne dersiniz biz de kader kurbanı mıyız

Ne var ki son 15 yıl içinde bu kampların hiç beklemediği bir başka gelişme yaşandı.

Sadece karşı mahallede değil, ama  kendi mahallelerimizin bir bölümünde de sevilmeyen insanlara dönüştürüldük. 

Sadece biz değil, şu an televizyonlarda, sosyal medyada gördüğünüz çok insanın başına geldi bu. 

Sonunda Ekrem İmamoğlu Karadeniz gezisine Nagehan’la beni de davet ettiği için, medyanın nefret ticaretinden geçinen  bölümünde günlerce meydan dayağı yedik.

Kadere bakın ki, geçen hafta Kemal Kılıçdaroğlu’nun gezisine katılan bazı gazetecilerin başına da hiç haketmedikleri benzer şeyler geldi.

Ne dersiniz?

Günün moda deyişi ile “Kader mi…”

Bir gün elinde çiçekle hasta yatağımın başında gördüğüm karşı mahalleli

Allahın bana bahşettiği  ve en şükran duyduğum duygulardan biri  içimde nefret biriktirememek…

Bu sayede, genel yayın yönetmenliğinden ayrıldıktan sonra karşı mahalleden çok insanla konuşabilir hale geldim..

Ama onlar da benimle konuşabilir hale geldi.

Ve bundan 5 yıl önce bir gün kırık ayağımla evde yatarken, hakkımda en ağır yazıları yazmış yazarlardan biri; Ersoy Dede’yi elinde  hediye bir kitapla yatağımın başucunda  buldum.

Çok sevindim. Gerçekten çok sevindim…

Ben de onu zor zamanlarında yapmam gerekeni yaptım.

Rahmetli Ahmet Kekeç’le zaman zaman bir lokantada buluşup güzel edebiyat sohbetleri yaptık.

Şimdi Murat Kelkitlioğlu ile aynı televizyonda program yapıyoruz.

Mehmet Barlas’la sohbetim yıllarca hiç kesilmedi.

Rahmetli Hasan Karahasanoğlu, 28 Şubat’ta içeri alınıp çıktığında ilk arayanlardan biri ben oldum…

O da zor zamanlarımda  arayıp geçmiş olsun diye insanlardan biri oldu.

Bu yakınlaşmaları kimseye anlatamadım çünkü...

Bu sohbetleri kimseye anlatamadım.
Neden biliyor musunuz?

Kendi mahallelerinde onlara zarar gelmesin diye.

Ama bunlar yüzünden kendi arkadaş gurubumdan, arkadaş diye bildiğim  bazı kişilerden gelen en ağır hakaretlere uğradım.

Vedat Milor gibi Stanford mezunu olup da bugün sosyal medyadaki reyting  performansını menemene soğan doğranır mı tartışmasına getiren bir Hürriyet yazarının bile, hakkımda  “Her devrin adamı” diyen tvitler attığına tanık oldum. 

Boğaz kenarında arkadaş evlerindeki yemeklerde biraraya geldik, elimizde en pahalı Bourgogne şarapları ile sohbet ettik. 

Üstü örtülü bir sitemde bile bulunmadım.

Midem onlarla ilişkini kaldırmıyor diyenler bilmiyorlardı ki onlar için de...

“Onlarla arkadaşlığını midemiz kaldırmıyor” diye yazanlar oldu.

Bilmiyorlardı ki, başka bazıları da benim onlarla yaptığım arkadaşlığın midelerini kaldırmadığını söylüyorlardı.

Hepimizin mahalleleri, sadece kendini dürüst ve ilkeli;  öteki herkesin mide bulandırıcı olduğunu düşünen insanların işgalinde. 

Benimse,  arkadaşlarımın hiç birini yemeye teşebbüs etmediğim için midemin kaldırıp kaldırmaması gibi  bir sorunum olmadı.

Karşı mahallenin “Deccali”, kendi mahallemin “Dönek’i” olarak yaşamayı öğrendim.

Üstelik bugün değil, daha 30 yıl önce öğrendim.

O nedenle tek gıdası nefret olan insanların, bu geceki program için  ne diyeceklerini de 30 yıldan beri biliyorum.

Diyecekler ki yaptıklarınızı unutmadık, unutmayacağız

Mesela “Yaptıklarınızı unutturamazsınız” diyecekler.

Ali Tatar gibi insanların yakınlarının, sevenlerinin bu sözleri söyleme hakkı olduğunu elbette en iyi bilenlerdenim.

Ama en yüksek sesle bağıranların, kendi unutturulmak istenen  çok fazla sicili olduğunu da en iyi bilenlerdenim.

Bir de  şunu çok iyi biliyorum. Nefret tacirleri,  kendi yaptıklarını unutturmanın en kolay yolunun, başkalarının yaptıklarına yüklenmek olduğunu iyi bilen en kurnaz oportünistlerdir..

“Cambaza bak” sanatını onlar  icad etmiştir veya onlar için icad edilmiştir.

Mazi artık hepimize bir 'tık' mesafede

Bu çağda hiçbir şeyi unutturmanın mümkün olmadığını 

bilecek kadar yaşadım.

Mazi artık hepimize bir “Tık” mesafede.

Mahkeme kararı ile Google’da hakkınızda kayıtlı herşeyi sildirseniz bile, nefret tacirleri çoktan şahsi arşivlerine kaydetmiştir sizin dijital sicilinizi. 

Bilirim ki her kötü niyetli arşiv bir pusudur ve bekler zamanını…

Şunu da konuşacağız: Biri Mehmet Akif'in 'Kaderle' başlayan mütevekkil şiirini okusa
Bu akşam Türkiye’nin gündemindeki bir çok şeyi konuşacağız.

Hiç kuşkusuz dezenformasyon yasasını da, resmi dezenformasyon bültenini de  konuşacağız.

Mesela Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın okuduğu “Minareler süngümüz” şiirini bugün muhalif biri okusa veya bunu sosyal medyadan yaysa bu kanuna göre ne ceza alırdı?

Veya Mehmet Akif Ersoy’un “Kadermiş” kelimesi ile başlayan “Mütevekkil” şiirini bir savcı veya hakim bu kanunun 29’uncu maddesine göre nasıl değerlendirirdi..

Bunları da konuşacağız. 

'Yok bizi uyutamazsınız' diyene de şunu diyeceğim

Belki bazılarınız “Sitcom gazeteciliğine dönüş” mü” diye soracak…

O dönem  geçti. Türkiye Akdenizliliğini, Türk  medyası eğlencesini kaybetti.

Artık, Sözcü  yazarı Emin Çölaşan’la Sabah yazarı Mehmet Barlas’ı; Cumhuriyet yazarı Rahmetli Toktamış Ateş’le, eski Akit yazarı  Abdurrahman Dilipak’ı; bugünün Cumhuriyet yazarı hocam Emre Kongar’la Mehmet Barlas’ı birlikte aynı programa çıkarmak hayal oldu. 

Herkes kendi mahallesinde amigo alkışlarıyla mutlu bir şekilde geçinip gidiyor işte. 

Bu akşam işte biraz bunu kırmaya çalışacağız.

Merak etmeyin yarın yine bir nefret şafağı daha sökecek

Belki bu akşam farklı şeyleri duymak, kızdığınız, ağır önyargı perdelerinin ardından işittiğiniz  sesleri, yüzlerini de görerek  işitmek, bir akşamlık olsa bile iyi gelebilir.

Nefretsiz bir akşam belki de daha rahat uykuya dalmanızı sağlar…

Ülkenin en tepesinden en altına kadar hergün bunca nefretin aşılandığı bir ülkede yaşıyoruz.

Hepimiz biliyoruz,  nasılsa yarın yine, yeni bir nefret şafağı daha sökecek.

Çok kızanlara da seslenmek istiyorum.

Yahu siz de gelin…

(Cengiz ile Ahtapot

ROK ile Nagehan

Dördübiryerde

Tekmili birden…’

Size de iyi malzeme çıkar bu geceden

Mehmet Barlas, Emin Çölaşan ve Çetin Altan'a mesajımız var

Ve bir son söz.

Bundan 28 yıl önce Reha Muhtar’ın o programına çıkıp bir zinciri kıran  Mehmet Barlas ve Emin Çölaşan son zamanlarda sağlık sorunları yaşadılar.

Samimi olarak ikisine de sağlık ve mutluluk diliyorum…

Bir de Çetin Altan…

Daha 28 yaşındayken, Demokrat Parti sansürünü yermek için “Balkabağı” adlı bir gazete çıkaran Çetin Altan’ı…

Hani bu hayata vedan ederken, “Hayal ettiğimiz ülke bu değildi” diyen hüzünlü bir düşkırıklığını bize vasiyet gibi bırakan Çetin Altan’ı

Bu gece onu da anacağız……

Ayıptır söylemesi, biraz dezenformasyon vereceğiz çevreye  bu gece…