Bu gazeteciler hangi tarikata mensup?

Bu gazeteciler hangi tarikata mensup?

Levent Gültekin acikcenk@gmail.com

Dış politikada tam bir fiyasko yaşanıyor. Açık seçik bir başarısızlık var orta yerde.

Suriye ile düşman olduk. Irak ile muarız durumundayız. İran bizi “ABD ağzı ile konuşmakla” suçluyor, güvensizlik had safhada. Ermenistan ile zaten hiç barışamadık.

Sıfır sorun diye yola çıktık ama ABD ve Ortadoğu'daki taşeronları -Suudi Arabistan ve Katar- dışında herkesle problemli bir duruma geldik.

Daha düne kadar şiddetle karsı çıktığımız Kürt devleti artık bizim himayemizde büyüyor. Birkaç yıl önce dünya basınında ABD kaynaklı haberlerde "Barzani'yle ilişkilerimizi düzeltmemizi ve Kürt devletinin kuruluşuna hamilik yapmamızı” öneriyorlardı, hatırlıyorsunuz değil mi?

Bugün tam da bu noktaya gelmiş olmamız bir tesadüf mü?

Peki gelinen bu durumu sorgulamak kimin görevi?  Görünen o ki sıfır sorun politikası bir tek ABD ile yürüyor. Hal böyleyken bazı arkadaşlar hala Ahmet Davutoğlu'nu eleştirmekten imtina ediyorlar. Son dönemde bazı gazetecilerin köşesinde sıkça rastladığım bir cümle var: "Diş politikada belirgin başarısızlık var ama Ahmet Davutoğlu samimi biri; yakından tanıyorum, çok iyi niyetli, ailecek görüşürüz, çok çabalıyor."

Bu ve benzeri cümleleri okuduğumda şaşkınlıktan kendimi alamıyorum.

Bir politika, bir icraat, bir kişi, bir kurum, bir iktidar hakkında bir görüş sahibi olmamız için temel nedir?

İnsanların söyledikleri, yaptıkları, takındıkları tutum, aldıkları kararlar ve o kararların sonucu kanaatimizi belirlemeyecekse ne belirleyecek ki?

Ne demek "çok samimi" ve "iyi niyetli?"  Ahmet Davutoğlu ne yaparsa sizin gözünüzde eleştirilmeyi hak edecek? Hangi karara imza atarsa sizin nezdinizdeki güvenirliğini kaybedecek? Size göre ne yanlış? Kendi aklınız kendi zekânız, kendi kişiliğiniz, kendi dünya görüşünüz yok mu? Esas olan zahir değil midir?

Diğer dış işleri bakanlarının, başbakanların hakkında fikir sahibi olmak için yaptıkları, söyledikleri veyahut aldıkları kararların sonuçları yeterli oluyor da, bu dönemde niçin yeterli olmuyor?

Ülkeyi yönetenler sizin tanıdığınız, arkadaşınız, aile dostunuz olunca yanlış yapmaktan münezzeh mi oluyorlar?

Kaldı ki biz de Ahmet Davutoğlu'na hain demiyoruz.

Yanlış yaptı, yanlış yapıyor diyoruz. Eleştiriyoruz ki kendini düzeltsin. Daha fazla zarar vermesin. Kendini de ülkeyi de daha fazla çıkmaza sokmasın.

Kendinden beklenen tutumu takınsın. Yıllardır savunduğu ilkeleri, değerleri, vizyonu ‘reel siyasete’ kurban vermesin.

Bu iktidarı yıkalım, yerine başkasını getirelim, falanca ile iş tutalım derdinde değiliz ki?

Bu iktidarın kendisine yakışanı, kendisinden bekleneni yapması için çabalıyoruz.

Kaldı ki hata insanlar içindir. Önemli olan eleştirildiğinde veyahut gidişatı gördüğünde geri adım atmaktır.

Ahmet Davutoğlu ne yazık ki geri adım atmayı, başarısızlığı kabul etmeyi, ortalıkta var olan endişeleri gidermeyi, hatta kendisine isnat edilen suçlamaları ortadan kaldıracak bir tutum içerisine girmiyor bile!

Kendini eleştiren birkaç gazeteci ile arasına mesafe koyarak gerçeklerden kaçmaya çalışıyor.

Samimi olan insan eleştirilerden kaçar mı?  Samimi olan insan neler söylendiğine kulak tıkar mı? Samimi olan insan “yanlış yapıyorsun” diyenlerle arasına mesafe koyar mı?

Samimi insan bir tek kendi zekasına güvenir mi? Samimi insan her zaman ABD'nin kazanacağı bir kampta olmayı nasıl başarır?

İste bunca soru, bunca endişe, bunca fiyasko, bunca başarısızlık ortadayken bu gidişatı eleştirmeyen gazeteci ve aydınların bir tarikat mensubu gibi hareket ettiklerini düşünüyorum.

Biliyorsunuz değil mi? Bir tarikata veyahut bir cemaate mensup insanlar, o cemaat veyahut tarikat liderinin yanlışlarını görmez. Gördüğü, tuhafına giden davranışlarda bile

'samimiyetine' yorar. Hatta o ‘hata’da bir keramet arar.

"Böyle yapıyorsa vardır bir bildiği" der  sorumluluğu üzerinden atar. Mürit olmanın keyfini çıkarır.

Peki bir tarikata mensup müritleri anladık da, okumuş, yazmış entelektüel kimlik kazanmış bu insanlara ne oluyor?

Eğer siz de sıradan halk gibi zihninizi karşınızdaki kişinin ‘samimiyetine’ teslim edecekseniz, niye okudunuz ki? Niye bunca yıldır dirsek çürüttünüz ki? Niye kendinizi o halktan daha çok söz söyleme hakkına sahip görüyorsunuz ki? Nedir sizi diğer itaatkar müritlerden farklı kılan şey? Niçin siz daha itibarlı müritlersiniz?

Şeyhinin uygunsuz davranışlarını gördüğü halde sesini çıkarmayan Ali Kalkancı'nın yada Müslüm Gündüz'ün müritlerine niye kızıyoruz ki? Onlar ile sizin aranızda nasıl bir kültürel veyahut zihinsel fark var?

Söyleyin de okumuş, yazmış olmanın insana ne kattığını sizden öğrenelim.

Eğer siz mürit gibi değil, birey gibi hareket etseydiniz, Ahmet Davutoğlu yanlış yaptığında eleştirseydiniz, belki de Davutoğlu bu kadar açmaza düşmeyecekti. Belki de sizin eleştirileriniz ona fener görevi görecekti. Belki de Türkiye'nin bölgede bu kadar yalnızlaşmasının önüne geçecektiniz.

Ama siz meseleleri aydın, entelektüel, gazeteci sorumluluğu ile değil; yakınlık, arkadaşlık, dostluk, mahalle psikolojisi ile ele alıyorsunuz.

Sonuç ortada.

Bu gazeteci arkadaşların durumu bana Erbakan'a uzun yıllar hizmet etmiş, yol arkadaşlığı yapmış birinin son yıllarda yaşadığı hayal kırıklığını hatırlatıyor.

Erbakan’la yakın çalışmış, onu çok seven bir partili Erbakan'ın kendisine verdiği bir sözü tutmayarak kendisini sıkıntıya sokması üzerine: "30 yıl sonra anladım ki Erbakan samimi ama dürüst değil" demişti.

Bu arkadaşlar daha çok okumuş ve aydın oldukları için 30 yıl bekleme ihtiyacı hissetmiyorlar. Ahmet Davutoğlu için "yanlış yapıyor ama samimi" diyerek entelektüel farklarını ortaya koyuyorlar.

Eğer bu farksa tabii. twitter.com/acikcenk