Bu adamın kimsesi yok mu?
Bu adamın kimsesi yok mu?
Hiç şüphe yok ki, dünyanın yaşayan en büyük müzik
dehalarından biri.
Özenle korunması gereken bir kültürel değer olduğu da şüphesiz.
Koyalım bu bilgileri bir yana.
Hiç şüphe yok ki, sanatına bu kadar hoyratça davranan kimse
de yoktur.
Marka değerini bu kadar hoyratça harcayan kimse de yoktur.
Fazıl Say…
Hakkında onlarca yazı yazdım. Yazık ediyor babında.
Yaşadığı her iletişim krizinde içim acıyor. Kendim konuymuş gibi
üzülüyorum.
Her krizde “Bu adamın etrafında aklı başında biri yok
mu?” diye sızlanıyorum.
Çünkü dahi bir müzisyende akıl en son aranacak şey. Ve fakat,
etrafında akıllı birileri olmalı. Demek ki yok.
Kala kala medyanın gaza getiricileri kalıyor ona fikir
verecek.
Mesela bu son krizde.
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası programında Fazıl
Say’ın adı var.
Kültür Bakanı, Say’ın adı çıkarılmadan programı onaylamıyor.
Fikirleri kendilerinden menkul (ya da dar açılı diyelim) köşe
yazarları “Vay efendim Fazıl Say’a bu yapılır mı?”
diye veryansın ediyorlar.
Fazıl Say da onları makbul sayıyor, etrafında hatırlatma yapacak
birileri olmayınca.
Ortada iki büyük yanlış var; Fazıl Say’ın o programa
konması da yanlış, Say’ın Twitter muhalefetçiliği yapması
da.
Birileri şu soruyu sormalı: Kardeşim Fazıl Say gibi bir
dâhiyi, ağır muhalif bir sanatçıyı CSO programına kim
koydu?
Say bu teklifi, “Ben muhalifi olduğum bir yapının
denetiminde olan bir orkestrada çalmam, zaten çaldırmazlar
da” diye neden reddetmedi?
Hem muhalefet yapıp hem de içinde yer almanın mümkün olacağını,
İsveç gibi bir ülkede yaşadığımızı düşündüren tatlı su balıkları
kimler?
Fazıl Say’ın gördüğü zarardan, itibarının ve markasının iyi
yönetilemeyişinden kim sorumlu?
Elbette sanatçı muhalif olur. Elbette karşı durur.
Bu yolu seçen sanatçı, eleştirdiği kurumların içine de
adını yazdırmaz. Muhalif olmak birçok şeyden
vazgeçmektir.
Say’ın muhalefeti ise hepten sorunlu. Muhalefet
olmanın da ciddi bir duruşu olmalı. 17 yaş uğraşlarıyla tweet
atarak olmaz bu.
Büyük sanatçının büyük muhalefeti öyle bir tavırla ortaya
konur ki. Yıllarca konuşulur.
Shostakovich’in 1944’te. Hitler’i protesto etmek için bestelediği
Yahudi müziği temalı piyano triosu mesela. Fazıl Say’ın
tweet’lerinden daha kalıcı değil mi?
Etrafında aklı başında birileri varsa onlara önerim: Fazıl
Say’ın elinden Twitter denen abukluğu alın. Kendisine bir
“teenage” olmadığını hatırlatın.
Telefon tuşlarına değil, piyano tuşlarına basmasının daha yararlı
olacağını söyleyin.
Ya da. Bakanlığın aldığı bu kararı protesto edecekseniz.
Tweet atmaya kalkmak yerine, getirin piyanonuzu CSO’nun
önüne içerde onlar çalsın, dışarda siz çalın.
Yani biraz ciddi olun. Abuk sabuk köşe yazarlarının ve bluğ çağı
uğraşı olan Twitter’ın peşine takılmayın.
BU FATİH ALTAYLI DAHA
İYİ
Son “Teke Tek” programını izlediniz mi Fatih
Altaylı’nın? İzlemeliydiniz.
Bugüne kadar yapılmış en iyi IŞİD, Kobani vs. konulu programdı.
Saçma sapan sunucuların, saçma sapan sorularıyla yüzeyde sörf
yapılmadı.
“Bölgede kaotik durumlar var” gibi eblehçe
cümleler kurulmadı.
Tam tersine, bölgede olup bitenlerin tüm parametreleri ortaya
kondu.
Ne nedir, kökü nedir, arkasında neler var hepsi konuşuldu. Hem de
konuklar birbirini yemedi. “Sana katılmıyorum”
türü geyikler çevrilmedi.
Bir tür bölgeyi ve olanları anlama kılavuzuydu. Bir tür ders
gibiydi.
Ve hepsinden çok, heyecanlı bir macera filmi gibi soluk
soluğaydı.
Bulun izleyin.
Stüdyodan iki konukla yaptı bunu Fatih Altaylı; Mete
Yarar ve Nevzat Çiçek’le.
Bir kez daha gördük ki, dengeleri gözetmek zorunda kalmayan,
kafasına göre takılabilen Fatih Altaylı daha iyi, yayın yönetmeni
Altaylı’dan.
AKLIMDA KALAN
“Bana bir şey olmaz” anlayışında
geldiğimiz nokta: İstanbul’da. Hastanede ebola
şüphesiyle girişler yasaklanıyor. Kapıdakiler girmekte ısrarlı.
Görevli isyanlarda: “Hasta olmak istiyorsan gel abi
gir!” Marmaris’te orman yanıyor. Yazlıklar boşaltılıyor.
Alevler duvarlarını yalıyor. Yazlıkçılar evlerinden çıkmamakta
kararlı. İç sesleri “bize bir şey olmaz” diye
bağırıyor çünkü!