Bu adama aşık olabilirdim...

Bu adama aşık olabilirdim...

Nuran Yıldız nuran@nuranyildiz.com

Hakkında çıkan her yazıyı okuyorum. Ekranda ne zaman görsem öylece kalıp dinliyorum.

Söylediği her cümle, dikkat çektiği her konu, benim dünyamda bir şeye denk geliyor.

Aramızdaki fark, onun çok ama çok başarılı olması!

Başka bir fark da, benim düşünüyor olduklarımı, onun yapıyor olması.

Biz buna iletişimde "karizma" diyoruz.

Daha doğrusu Weber öyle tanımlamış karizmayı: Bizim kendimiz için yapamadıklarımızı yapabilen kişilere atfettiğimiz nitelik.

Evet, bu adam yakışıklı değil. Yaşı da fazla. Karnında baklavaları da yok.

Öyle dünyaları ben yarattım edalarıyla da gezmiyor.

Ama. Baştan sona karizma benim için.

Karşılaşsaydık, kesin büyük bir aşka düşebilirdim.

Onun eşinden söz ederkenki tavrına baktıkça, büyük olasılık karşılıksız ve derin bir aşk olurdu bu.

O dünyanın diğer ucunda yaşarken, aynı değerlere nasıl aynı biçimde bağlanıyoruz? Tuhaf.

Mustafa Kemal'siz cümle kurmayışı mesela.

"Bazı insanlar daha zeki, bazıları değil düşüncesine katılmıyorum. Herkes çok çalışırsa yapar. Ben çok çalışmaya inanıyorum" demesi, öğrencilerimin kafalarına kaka kaka anlatmaya çalıştığım şey.

Bilimdeki zavallılığımıza hüzünlenişime koyduğu teşhis müthiş: "Bilim bir gelenek meselesidir."

O, Aziz Sancar.

Ülkesini, Mustafa Kemal'i, tarihini, köyünü, öğretmenlerini, Galatasaray'ı, Ankara simidini, Aşık Veysel'i seviyor.

Anıtkabir, onun da yüreğinin orta yeri.

"Aşık olacağın bir adam çiz" deselerdi, başkasını çizemezdim.

Mustafa Kemal değerlerine mesafeli olduğu her haliyle belli olan Kanal 24 sunucusuna, yakasındaki Mustafa Kemal rozetini vermesindeki tatlı ironi.

Yüzüme yayılan gülücükle, yanaklarından öpesim geldi.

"Eve girince karım benden çöpleri dışarı çıkarmamı istiyor. Nobel aldığımı söylüyorum. Ama evde Nobel işe yaramıyor" diyecek kadar dalgacı.

Eşi kusura bakmasın ama, iyi ki Aziz hocayla ben bir yerlerde karşılaşmamışım. Kesinlikle aşk acısı çekerdim.

KOMPLEKSSİZ

Dün. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kongresinde konuşulması gereken tek şey vardı bence, o da muhalefet.

Diyorlar ki, "Hep muhalefeti eleştiriyorsun."

Resme bakın ve söyleyin başka kimi eleştirebilirsiniz?

CHP, solunum cihazına bağlı yaşıyor. Hiçbir umut vermiyor.

Yavru muhalefet MHP, olmuş yavru kuzu.

Böyle bir ortamda. Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni Başbakanı tayin etti.

Hâl böyleyken, kendi kendini başkanlığa da rahatlıkla atayabilir.

Başbakan Binali Yıldırım'la ilgili gözlemlerimi sıralayayım önce.

Hiç ama hiç kompleksi olmayan bir adam.

Fazlasıyla ketum. Her sırrı paylaşabilirsiniz.

İstanbul Ticaret Odası Başkanı İbrahim Çağlar'a "Binali Yıldırım'ı üç sözcükle tanımlar mısınız?" dediğimde aldığım yanıt, "Adam gibi adam. İşte sana üç sözcük" oldu.

Sonra da ekledi, "Bence kendisi ahde vefa örneğidir."

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu koşullarda atanabilecek en doğru ismi partisinin başına getirmiş oldu.

Muhalefete geçmiş olsun.

SAVCILAR DA SESSİZ, GAZETECİLER DE...

Ahmet Altan denen adam Ergenekon'dan Balyoz'a tüm kumpasların tezgâhtarı.

Ve fakat. Ne bu kumpasları araştıran savcılar bu adamla ilgili bir şey yapıyor, ne de gazeteciler bu konuyu gündeme getiriyor.

Sanki Ahmet Altan sorunu, sadece benim ve Ahmet Hakan'ın sorunuymuş gibi, başka da bu adamı hatırlatan, yazan yok gibi.

Herkes seyrediyor arkadaş!

DÜŞÜNDÜĞÜM ŞEY GERÇEKMİŞ

Daha önce, "başkanlık sistemi" tartışmalarını ciddiye almadığımı, bunun olmasına ihtimal vermediğimi yazmıştım.

Tartışmaların ilk gününden itibaren fikrim buydu. Hissimce konunun halkta karşılığı yoktu.

Destek oranı için yüzde 60'ları telaffuz ediyorlardı. Bana göre, gerçek rakamlar yüzde 50'yi bir milim geçse, sandık çoktan halkın önüne konurdu.

Haklıymışım.

CNN Türk'te, iktidara hayli yakın araştırmacılardan Faruk Acar ağzındaki baklayı çıkardı.

Yayında aynen şöyle dedi: "Başkanlık sistemiyle ilgili halktan istenen destek alınamadı. En yüksek destek yüzde 40'larda kaldı. Bu nedenle de partili cumhurbaşkanlığı devreye sokuldu."

Halkın sağduyusu diye bir şey var. Her ne kadar "Survivor" izleyip, zeka sorunlu tv programlarından kafayı kaldırmasa da, öyle.

KARADUTUM ÇATAL KARAM...

Yazının burasına geldiğimde ara verdim. Çünkü tabakta bekleyen karadutlara daha fazla karşı koyamadım.

Ve tahmin edersiniz ki, şu an parmaklarım da, klavye de karaduta boyanmış durumda.

Benim "karadut zamanı" diye ayrı bir zaman dilimim var. Dünyanın karadutun etrafında döndüğü zaman.

Ellerim batmış, üzerim lekelenmiş umurumda olmaz.

Karadutla herhangi bir şey arasında seçim yapmak zorunda kalsam, o herhangi şeyin hiç şansı yok.

Öyle bir tutku. Benim karadutla ilişkim...

AKLIMDA KALAN

"Keşke başkasının torunu olsa" hissim: Ne zaman İsmet İnönü'nün torunu Gülsün Bilgehan bir cümle içinde geçse, benim de aklımdan "keşke başkasının torunu olsa" cümlesi geçer. Emperyalist dünyaya meydan okuyan dedesi nerde, Gülsün hanım nerde. Antalya'daki CHP çalışma/kapışma kampında Gülsün Hanım, dokunulmazlık oylaması nedeniyle Avrupa Parlamentosu ve AB'den telefonlar aldığını söylemiş ve eklemiş: "Kendi düşüncelerimizi savunmalıyız" Sanırım "Avrupa Parlamentosu ve AB'nin düşüncelerini" demek istemiş. Yazık ama gerçekten yazık CHP'ye! Kimlerin elinde helak olup gitmekte...