Bu soruyu sorma zamanı artık geldi.
“Bunca kadın, bunca erkek, genç yaşlı…Bu kadar kötü bir adama ve partisine neden bu kadar oy verdi?”
Ben bu soruyu 50 yıl önce, Paris’in Saint Germain semtindeki Saint Guillome sokağında, Siyasal Bilgiler Fakültesi kütüphanesinde kendi kendime sormuştum.
Önümde Hannah Arendt’in kitapları duruyordu.
Kafamda ise onun ortaya attığı bir kavram:
“Kötülüğün sıradanlaşması…”
Tanrım Goethe’yi çıkaran bir halk nasıl Hitler’e oy verir
Almanya gibi Goethe’yi, Hegel’i, Marx’ı, Bach’ı, Beethoven’ı,
Thomas Mann’ı çıkaran bir ülkenin insanı nasıl olur da Nazi
Partisini ve onun başındaki gaddar ve acımasız bir diktatörü onca
yıl desteklemişti…
Bir de şunu sormuştum:
O günlerde Hitler’i destekleyen 20-30-40 yaşındaki insanlar aradan 70-80 yıl geçince bu canavarlar çetesi hakkında ne düşünecektir?
O gün sorduğum sorunun cevabını geçen hafta aldım.
Bugün hâlâ hayatta olan eski Naziler bugün ne diyor?
Bu haftanın belgeseli banko Netflix’e konan “Son Hesap”(Final
Account) adlı film oldu.
Aslında 2021 yılının filmi ama Netflix’e 2023 Mart’ında kondu. 18 ay yayında kalacak.
Keşke okullarda ders olarak gösterilen bir belgesel olsaydı dediğim türden bir film.
Belgeselin yönetmeni Luke Holland, bugün hâlâ hayatta bulunan Nazi Partisi mensubu ve o dönemde Hitler hayranı olan insanlarla konuşmuş.
Bugün yaşları 80-90’nın üzerinde olan insanlar.
Kendimden de biliyorum, galiba insan yaşlandıkça daha rahat konuşmaya, geçmişe daha rahat bakmaya başlıyor.
Yeryüzünde ve insanlık tarihinde belki de kötülüğün en acımasız diktatörlüğünü kuran Hitler bunca kadını ve erkeği nasıl etkilemiş?
O kadar çarpıcı biçimde anlatıyorlar ki…
Filmde konuşan erkekler ve kadınların sadece söylediklerine değil, yüzlerine de baktım.
Sadece ağızlarından çıkan cümlelerle değil, yüzlerindeki ifadelerle sanki şunu demek istiyorlar:
Aman tanrım biz nasıl bu kadar kötü bir insana ve partiye destek verdik!
Hannah Arendt’i 50 yıl sonra şimdi anlamaya başladığımı fark ettim.
Sakın filmi anlatıp sizin izleme iştahınızı kaçıracağımı düşünmeyin.
Yazdıklarım tek başına önemli değil.
Filmi seyredin ve o insanların yüzlerine baka baka izleyin.
Çünkü o yüzler birer ayna… Tıpkı “Black Mirror” dizisindeki gibi bir ayna…
Bir kadın: “Biz Partiyi desteklemedik. Üniformayı sevdik…”
Bir erkek: “Beni Öğretmenim etkiledi. Ailem Nazi eğitimine karşıydı ama öğretmenim etkiledi.”
Bir erkek: “Beni babam Nazi yaptı. Hafta sonları gezmeye çıkarken Nazi üniforması giyerdi. Annem buna kızardı. Ama hepimiz Nazi partisini destekliyoruz imajı vermek için anneme de zorla Nazi rozeti taktırırdı.”
Bir kadın: “Bizler genç kızlar olarak evde kapalıydık. Nazi partisi sayesinde dışarı çıkabildik. Pikniklere, cimnastik salonlarına, yüzme havuzlarına gidebildik.”
Ve hep aynı kelimeler:
“İman”, “Dava”, “Kolkola aynı yolda yürümeler…”
Bir kadın: “Hitler’in adamlarının şarkıları çok güzeldi.
“Bayrağı kaldırın, saflar sıkı
Naziler sakin düzgün adımla yürüyor
Kızıl cephe ve gericiler tarafından vurulan yoldaşlar
Saflarınızdaki imanla yürüyün...”
Bir erkek: “Daha 9 yaşındayken bize bir Yahudi dükkânı önünde nöbet tutma görevi verildi. Dükkânın önünde kolkola durur kimseyi içeri geçirmezdik."
Bir erkek: “Okuma yazmayı alfabe ile öğrendik. Bir de Yahudi temalı alfabe kitabımız vardı. Her harf için bir Yahudi karikatürü koymuşlardı. Birini özellikle hatırlıyorum. Pis ve kirli bir kasap dükkânı. Tezgâhın arkasında saçı Yahudi örgülü pis ve iğrenç bir adam duruyordu. Yahudi’nin eli sarışın beyaz bir Alman kızının olmaması gereken yerindeydi. 175 kişilik bir köyde yaşıyorduk. Naziler gelip o köyde bize Yahudi aleyhtarı filmler gösteriyordu. Bütün bunların ne olduğunu bugün anlamanız mümkün değil. “
Ve “Vatan için ölmek...”, “Kahraman olmak…”
Bir erkek: “Annem Yahudi’ydi. Ama ağabeyim bir Nazi hayranıydı. Daha sonra babamızın da Yahudi olduğunu öğrendik. Ama ağabeyim bunları bir sır olarak sakladı…”
Bir erkek: “Irk soyağacı cüzdanı şarttı, yoksa askere alınmazdınız. Sivil elbisemiz yok gibiydi. Bütün gün üniforma giyerseniz bunun izi kalır.”
Bir erkek: “Babama rağmen SS elit birliğine yazıldım. Çünkü bir kahraman olarak ölmek istiyordum…”
Filmin bundan sonraki bölümünde “Son Hesap” başlıyor.
Bu insanlar Nazilerin yaptığı kötülüğü, vahşeti görmediler mi? Gördülerse ne yaptılar?
Bir erkek: “SS’e gönüllü yazıldım. Kurukafa birliklerine gönderdiler. Toplama kamplarına gittim. Orada tanıdığım bir insanı gördüm. Hayır için sattığım pullardan almıştı benden. Bu iyi insandır deyip yanına gitmek istedim. Arkadaşım ‘aptallık etme burada neler olduğunu bilmiyor musun’ deyip mâni oldu. Biz o işlere karışmadık. Ama karışmasan bile ağzımızı sıkı tutmayı öğrettiler. Üzgünüm ama gerçek bu.”
Bir erkek: “Toplama kampında görevli olduğum sırada, bir gece yattığım koğuşun dışında bağırışlar duydum. Pencere yukardaydı. Masayı çektim üzerine tabureyi koydum ve üstüne çıkıp baktım. Elleri arkadan bağlı insanlar boyunlarında iple taburelerin üzerine çıkarılmıştı. Tabureleri altlarından çektiler. Bayılıp ölünceye kadar bağırdılar. “
Muhabir soruyor: “Senden o tabureyi çekmeleri istenseydi yapar mıydın?”
Aynı erkek cevap veriyor:
“Tabi ki… O sandalye havada uçardı…”
Zamanın ruhu bazen işte böyle vicdansız bir ruhtur.
“Hitler herkesi tutuklarken biz kahramanları bekledik”
Bir erkek: “Hitler iktidara gelince itiraz eden herkes tutuklandı
veya öldürüldü. Böylece muhalefetin entelektüel liderliği
çökertildi. Herkes korktu, sindi. Beklediğiniz o kahramanlar idi,
ne yazık ki sayıları çok azdı.”
Bir erkek: “Burnumda hâlâ yanmış insan kokusu var. Araba lastiklerini yaktığınızdaki gibi dumanın yükseldiğini gördüğünüzde ‘biraz daha koymuşlar’ derdik. Metal bir ızgaraya en az 3 kişi yan yana dizilirdi. Cilt yandıkça çok fazla duman çıkardı. Kokusunu 2 km öteden alıyordunuz…"
Huzur evinde yaşayan 4 kadından biri: “Avusturya’daki 50 bin kişilik toplama kampı için çalışan 9 bin kişiyi biliyorduk. Çoğu öldü. Çalışamayanları sedyeyle götürürlerdi. Yakılıyorlardı, fırınlardan çıkan dumanı görürdük…”
İkinci kadın: “Korkunç zamanlardı. Onları öldüresiye dövüyorlardı…”
Üçüncü kadın: “Biz Hiçbir şey bilmiyorduk. Bilenlerimiz de susturuluyordu. İnsanlar ‘hiçbir şey söyleme yoksa seni de kampa götürürler’ diyordu…”
Dördüncü kadın ve sonra cümle: “Herkes biliyordu ama kimse bir şey söylemedi…”
Bu arada o günlerde Nazi partisi ve askeri olmayı hâlâ savunanlar da var
Bir erkek: “Alman halkı için Waffen-SS ulusun zirvesindeydi. Sadece fiziksel olarak değil, ruhsal olarak da bir elitti. Biz bu elit insanların parçasıydık.”
Bir erkek: “Waffen-SS’in(Silahlı SS) aslında o kötü SS’le bir ilgisi yoktu. Biz cephe askeriydik. Cephe gerisinde hiçbir işe karışmadık biz sadece cephede düşmanla göz göze çarpıştık. O nedenle pişman değilim ve o birimde olmaktan asla pişmanlık duymayacağım.
Bir erkek: “Bir kardeşlik, yoldaşlık dayanışmasıydı o. Oradaki her erkeğe güvenebilirdin.
Ama pişman olmayanlara itiraz anında geliyor:
Bir başka erkek: “Siz sadece cephe askeri miydiniz? Ben de oradaydım. Köyleri darmadağın ettiler. Cesetler ölü sinekler gibi her yerdeydi. Rus askeri çekilmişti köylerde sadece siviller vardı. Geride canlıdan çok ölü bıraktılar.”
Bundan 4 yıl önce Berlin yakınında Potsdam’da bir gölün kenarında, dostum Bild gazetesi eski genel yayın yönetmeni Kai Diekmann’la oturuyorduk.
Elimizde, Angelina Jolie ile Brad Pitt’in Fransa’da ürettiği Miraval adlı pembe şarap kadehleri vardı.
Kai eliyle gölün öteki tarafındaki bir evi işaret etti ve “Wannsee işte orası” dedi…
20 Ocak 1942 günü işte o evde yapılan bir toplantıda insanlık tarihinin belki de en vahşi kararı alındı…
Avrupa’daki bütün Yahudilerin toplu imhası…
Filmin bence en etkileyici sahnesi, o evde bugün yapılan bir tartışmaydı
Masanın başında o katliamlar sırasında görev almış bir eski Nazi subayı oturuyor.
Masanın etrafındaki gençler arasında ise konuşmalarından “NeoNazi olduğu anlaşılan iki genç var.
Ancak onların yüzü flulaştırılarak kapanmış.
Filmin en ilginç tartışması Yeni Nazi gencin eski Nazi subayına sorduğu şu cümle ile başlıyor:
“Geçmişte olanlardan dolayı Alman olmaktan utanıyorum” demişsiniz. Gerçekten söylediniz mi böyle bir şey?”
Pişman eski Nazi: “Öyle demedim. Geçmişte yapılanlardan utanıyorum dedim. Bugün siz de utanmalısınız…”
Bugünün Neonazisi: “İyi de bugün metroda bir Arnavut’un sizi bıçaklamasından korkmuyor musunuz?”
Pişman eski Nazi: “Delikanlı ben korkacak olsam, bugün bu söylediklerimden dolayı Neonazilerin evimi yakmasından korkardım. Ya sen? Bugün bu söylediklerinden utanmıyor musun? Öyleyse bu tartışmanın yayınında yüzünün niye kapalı yayınlanmasını istiyorsun?”
Bugünün Neonazisi: “Cezalandırılırım diye korkuyorum…”
Pişman eski Nazi: Bak genç adam, bugün bunları konuştuğumuz bu evde biz, birtakım insanlar, kahvelerini içerek, gayet sakin biçimde Avrupa’daki bütün Yahudi’lerin kadınların çocukların öldürülmesi kararını aldılar. Bu korkunç kararla gurur duyamam. Bundan utanıyorum. Sizin gibi gençlerle bunun için konuşuyorum. Sizden sadece bunu istiyorum. Kör olmanıza izin vermeyin.”
Bir erkek: Savaştan sonra hastanede bir SS subayı ile yatıyorduk. Bir Amerikalı subay geldi ve subaya‘Sen Nazi misin’ diye sordu. O da ‘Evet Naziyim” dedi. Bunun üzerine Amerikalı subay o Nazi’nin elini sıktı. ‘Nazi olduğunu kabul eden ilk subayla tanışıyorum ötekilerin hepsi inkâr etti’ dedi…
Filmin sonunda işte bu sahne ile, belki de bu dönemin asıl hesaplaşması başlıyor…
Kim nereye kadar suçlu? Kim sadece suç ortağı…
Bir erkek: “Biz o pis işlere, cinayetlere, katliamlara, insanların dövülmelerine karışmadık. Ama uyum sağladık…”
Muhabir soruyor: “Ama kamplarda görevli bir Kurukafa Birliği üyesi olarak kimseyi içeri atmadığınızı nasıl söylersiniz?”
Muhabirin bu kritik sorusu üzerine, yaşlı eski Kurukafa Birliği üyesi bir süre düşünüyor.
Aynı erkek; “Çok doğru bir soru. Ama bunu kabul ederseniz. İşte o zaman suç ortaklığı suçluluğa dönüşmeye başlar. Bu yüzden Kurukafa Birliği’nden ayrıldım.”
Muhabir yeniden soruyor: “İyi ama suç ortaklığı hangi noktada sizi suçlu haline getirir?”
Aynı erkek: “Suç ortaklığı ilk başta oraya girmekle başlar. Hemen vazgeçmemekle. Cesaret edemedik. Kimse uzaklaşamadı.”
Nihai hesaplaşmada en kritik tartışma devam ediyor:
Diyelim ki bir polis yetkilisi veya memurusunuz. Yahudi’lerin toplanıp götürülme emri almışsınız. Siz de yapmışsınız. Suç nerede başlar?
Yaşlı bir kadın: Hepimiz suçluyuz, çünkü olmasına izin verdik. Bunun kökenine inmeliydik yani sonuçta biz de suçluyuz
Yaşlı bir erkek: “Hepimiz suçluyduk.”
Peki aldığı emiri uygulayan bir gardiyan da suçlu muydu?
Aynı yaşlı erkek: “Ben de o gardiyanlardan biriydim. Kendimi suçlu hissediyorum.”
Bir başka yaşlı erkek: “Herhangi bir noktada hayır deme cesaretim olsaydı suçlu olmazdım. Bunu yapmadıysam suçlusun diyebilirsiniz. Bu kolay bir cevap oldu. Ama bir suçlu olarak mahkûm edilemem çünkü ben gerçekten ideolojik bir suçluydum.”
“Zeitgeist” Almanca bir kelime…
“Zamanın duygu iklimini” anlatan bir kavram.
İlk defa “Güzel Bilim ve Sanat Üzerine” adlı yazısında şair ve filozof Johann Gottfried kullandı.
Yaşlı insanlar ve toplumlar geçmişteki büyük hatalarını “Zamanın Ruhu öyleydi” diyerek hafifletmeye çalışır…
Bu trajedilerin yaşanmasının üzerinden neredeyse 90 yıl geçti.
Ne yazık ki, bugün de faşizmin, ırkçı sağın, tek adam diktatörlüklerinin yükseldiği tuhaf bir çağı yaşıyoruz.
Ben bu soruyu 50 yıl önce kendime sorduğumda Faşizm ve Nazizm bitmiş, Sovyet diktatörlüğü ise dökülmeye başlamıştı.
O nedenle bir daha sorma ihtiyacı duymadım…
Ne yazık ki, Çetin Altan’ın o vasiyet cümlesine döndük:
“Hayal ettiğimiz dünya bu değildi…”
Günümüzde olup bitenlere bakıyorum ve sessizliğimiz, sindirilmişliğimiz, öğrenilmiş, öğretilmiş çaresizliğimiz bana çağımız dramlarının çağımız faşizminin pasif suç ortaklığı gibi görünüyor.
O nedenle bugünün 20,30,40 yaşındaki gençlerine bu filmi izlemelerini tavsiye eder ve şunu söylemek isterdim:
“Körleştirilmenize, körleşmenize izin vermeyin…”
Çünkü bugünün “Sıradanlaşmış kötülükleri”, yarının asla “Sıradanlaşmayacak utançları ve suç ortaklıkları” haline dönüşüyor…