Kemal Kılıçdaroğlu'nun "Adalet Yürüyüşü"
İstanbul'a yaklaştıkça hem kalabalığın hem de
medyatik isimlerin katılımının artması dikkatimi çekti.
Nuran Yıldız'a bir iletişimci ve her ne kadar artık yazmasa da
sitemizin bir yazarı olarak "Adalet yürüyüşü hakkında
ne düşünüyorsunuz?" diye sordum.
O da "Hangisi? Adalet yürüyüşü mü yoksa selfie yürüyüşü
mü?" diye cevap verince güldük.
Nuran Hoca'nın iyi bir iletişimci olarak olayı ele alış biçimi
oldukça çarpıcıydı.
Kemal Kılıçdaroğlu'nun "Adalet Yürüyüşü" çoktan görsel
bir malzemeye dönüşmüştü bile.
Hareket halinde yapılan bir eylem var, bir de araçlarla gelip
orada görüntü verip sonra araçlarına tekrar binerek uzaklaşan
insanlar...
Dışarıdan bakıldığında, bir manzara ya da turistik bir mekana gidip
önünde selfie çekip sonra oradan ayrılmaktan bir farkı
yok.
Bir yanda ellerinde "Adalet" yazılı pankartlarla yürüyenler, bir
yanda selfie çubuklarıyla yürüyüşten bir poz paylaşma telaşındaki
insanlar...
Oldukça ironik...
Bunların arasına belediye başkanlarını, gazetecileri,
sanatçıları falan da dahil edebilirsiniz.
Yürüyüşten bir fotoğraf karesi çek, üstüne "Adalet Yürüşü
Selfie'si" yaz ve gönder gitsin. Sonra gelsin Like'lar, gelsin
Fav'lar...
Tabii "bak ne kadar eylemsel bir insanım, hem muhalifim hem
adalet istiyorum" imajı da cabası.
Bu salt görüntü verme, görüntü paylaşma hali Kemal
Kılıçdaroğlu'nun başlattığı yürüme eylemini ne kadar karşılar
tartışılır.
Fakat sosyal medyada önünüze ne kadar çok "yürüyüş
selfie"si düşerse, sanal da olsa o kadar çok gündeminize
girer. Sosyal medyanın gerçekliğe "çarpan" etkisini de katın
buna.
Göstermek kadar hatta belki ondan daha fazla, görmenin şehvetine
kapılmış giderken, elbette "göründüğün kadar varsın" kuralı tıkır
tıkır işliyor.
Düşünsenize bu zamana kadar orada selfie çektirip ayrılan
insanların hepsinin bu yürüyüşe başından sonuna kadar iştirak
ettiğini(!)
Galiba o zaman selfie için daha fazla iştah kabartan bir manzara
oluşurdu.
Çünkü "gösteri toplumu" olmak bunu gerektirir....
VAY ARKADAŞ....
Tuncay Özkan Halk TV'de 28 Şubat'ın nasıl bir FETÖ kumpası
olduğunu heyecanlı heyecanlı anlatıyor.
Uğur Dündar o anlattıkça bir yandan şaşırıyor, bir yandan "vayy
beee" tarzında tepkiler veriyordu.
Bütün suçu FETÖ'ye atarak aklanmanın dayanılmaz hafifliği her
ikisinin yüzünden de okunuyordu.
Gördüğüm manzara karşısında ben de kendimi "vayyy arkadaş"
demekten alıkoyamadım doğrusu.
Aklıma o dönemlerde Uğur Dündar'ın Kur'an Kursu'na giden
çocuklar üzerinden yaptığı haberler geldi.
İrtica hortladı, irtica patladı, irtica çatladı...
Ardı arkası kesilmeyen, dozajı gittikçe yükselen irtica
haberleri...
28 Şubat'tan yıllar sonra 2012'de TBMM Darbe ve Muhtıra
Araştırma Komisyonu'nda aynı Uğur Dündar hem "darbenin bir numaralı
mağduru Fethullah Gülen'dir" dedi, hem de "28 Şubat'ın Başbakan'ı
Mesut Yılmaz beni 1,5 yıl işsiz bıraktı" sözleriyle kendisinin de
28 Şubat mağduru olduğunu iddia etti.
Şimdi gel de "vay arkadaş" deme!
28 Şubat'a giden yolda medyanın rolü ne kadar tartışmasızsa, bu
isimlerin de o dönem medyadaki rolleri tartışılmaz.
O haberleri kim yaptı, ekrana kim taşıdı, toplumu darbeye
hazırlamak için algıyı çatır çatır kim yönetti?
İlla ki yaptıklarını FETÖ üzerinden aklayacaklarsa, bu olsa olsa
o dönem FETÖ ile işbirliği içinde olduklarının itirafıdır, başka
bir şey değil!
MERVE KAVAKÇI... NEDEN BU KADAR
GEÇ?
Uğur Dündar'ın bile "28 Şubat'ın mağduruyum" dediği bir
ortamda bize pek söz düşmese de 28 Şubat'ın gerçek mağdurlarından
birisi de Merve Kavakçı'ydı.
Bülent Ecevit'in Meclis kürsüsünden "Burası devlete meydan
okunacak yer değildir! Biri bu kadına haddini bildirsin"
sözleri daha dün gibi aklımda.
Bu olayın ardından Merve Kavakçı Türk vatandaşlığından
çıkarılmıştı. Dün Merve Kavakçı'nın Türk vatandaşlığının
kaybettirilmesine dair Bakanlar Kurulu kararı yürürlükten
kaldırıldı.
Dolayısıyla Türkiye demokrasisi açısından bir utanç vesikası
ortadan kalkmış oldu.
Evet, bu güzel bir gelişme ama bir de şeytanın sor dediği
var!
Bu karar bu zamana kadar neden kaldırılmadı?
Ben işte buna takıldım kaldım...
twitter.com/Htckubra
Facebook Hatice Kübra