Futboldan anlamam. Çok istememe rağmen bir takım tutup o takımın
taraftarı da olamadım. Sanırım bu saatten sonra da olamam.
Hayatımda stadyumda izlediğim ilk maç, bir dostumun daveti
üzerine gittiğim Galatasaray'ın Danimarka'da oynadığı UEFA
ligi final maçıdır.
Bütün bu ilgisizliğime rağmen Fenrbahçe'nin bu yıl elde ettiği
şampiyonluk bende tuhaf bir hasara neden oldu.
Son birkaç yıldır özellikle medyada ve siyasette yer alan bazı
'arkadaşların' iş yapma tarzlarını, kendinden
olmayanlara karşı pervazsızlıklarını, kendi çıkarları için her
şeyi, her yolu meşru kabul edişlerini görünce 'meğer gücün
ahlakı yokmuş' düşüncesi zihnimde yer etmeye
başlamıştı.
Bütün ömrü boyunca "ahlaktan, dinden, namuslu olmaktan,
vicdandan, Allah korkusundan" bahseden, bunları önemseyen
birçok kişinin, 'güç' sahibi olunca Allah'ı ve
ondan aldıkları değerleri unutmaları bende ciddi düşünce
değişikliğine neden oldu.
Halbuki kesin bir inancım vardı: 'Din insanın ahlaki
yeterliliğini tamamlamada büyük bir etkendir'.
Fakat son birkaç yıldır gördüklerim bana bu düşüncemin
yanlışlığını, ahlaklı olmak ile dindar olmanın çok farklı şeyler
olduğunu öğretti.
İşte bu yüzden ilginç bir karamsarlık dönemimdeydim.
İşlerin iyi olacağına dönük içimdeki umut, her geçen gün
zayıflıyor, yerini umutsuzluğa bırakıyor.
Ben bu karamsarlığın etkisinde giderken, Fenerbahçe'nin
şampiyonluğa giden süreçte yapıp ettikleri ortaya dökülmeye
başladı.
Bir dostumdan yaklaşık 1.5 ay önce Fenerbahçe'ye dün yapılan
operasyonun gerekçesini dinlemiştim. Şampiyonluk yolunda parayla ve
güçle elde edilen başarı!
Hepsini dinledikten sonra arkadaşıma 'Gerçekten de gücün
ahlakı yokmuş' dediğimi hatırlıyorum.
Ortada ciddi ithamlar, ciddi deliller vardı.
Fakat bu olayın kapatılacağını ve bir kere daha yapanın yanına
kar kalacağını sanıyordum. Yanılmışım.
Biliyorum, Fenerbahçeliler bana kızacaklar. 'Diğer
takımlar çok mu temiz?' diyecekler.
Evet, haklılar. Belki benzer metotlar önceki yıllarda farklı
birçok takım tarafından da uygulanmıştır.
Takımların birçoğunun benzer ilişkilerle yol kat ettiğini
düşünme eğilimindeyim ben de.
Fakat bu işlerin bu kadar açık, bu kadar pervazsız, bu kadar
meydan okurcasına yapıldığını daha önce ne duydum, ne de
gördüm.
Evet, yaptıklarını gizleme ihtiyacı bile hissetmediler.
İşte bu pervasızlık karşısında Trabzonspor'un hocası Şenol
Güneş'in “Paraya karşı emek ve yetenekle ancak bu kadar
oluyor” derken yüzüne yansıyan ruh halini görünce,
defalarca benzer duyguları yaşadığımı hatırladım.
Ahlakı bir tarafa bırakmış 'güç' ile mücadele
etmenin ne zor olduğunu bildiğim için, Şenol Güneş'in çaresizliğini
derinden hissettim.
Eğer bu operasyon başlamamış olsaydı, eminim benim gibi birçok
kişinin üzerlerine sinen yenilmişlik duygusu daha da
ağırlaşacaktı.
Neyse ki işler her zaman 'güçlü'nün istediği
gibi gitmiyor.
Çünkü neticede "herkesin bir hesabı varsa Allah'ın da
bir hesabı vardır." Öyle değil mi?
Bu operasyonun başladığı haberi TV'lere düştüğünde, elimdeki
kitapta ilginç bir hikayeyle karşılaştım.
Pres kralı, Krezus'u esir edip ölüme mahkum edince Krezus
sehpaya giderken 'ah Solon, Ah Solon!' diye bağırmış. Krala
götürmüşler bu sözü. O da ne demek istediğini sordurunca, Krezus
Solon'un kendisine verdiği öğüdün ne kadar doğru çıktığını
anlatmış.
Solon bir gün demiş ki ona “ Talih ne kadar güler yüz
gösterirse göstersin, ömürlerinin son günü geçmeden insanlar mutlu
saymamalı kendilerini; çünkü insan hayatı kararsız, değişkendir;
ufacık bir eylem yüzünden bir halden bambaşka bir hale
geçiverir."
Sanırım benim de hayatta gücün mü, ahlakın mı galip geleceğini
görmem için son günü beklemem gerekecek.
Gerek var mı beklemeye?