Biz film festivali yapamayız. Antalya Film
Festivali'ni de yapamadık, İstanbul Film Festivali'ni de.
Biz bu işi beceremiyoruz.
Nedenleri konusunda herkes ağzında laf çeviriyor, kimse
gerçekleri söylemiyor. Biz yazalım;
Bir, Türkiye'de sinemada ayrı, festivalde ayrı
mafyatik örgütlenmeler var.
İki, bu mafyatik örgütlenmeler kendilerinden
olmayana şans tanımıyor.
Üç, bu ülkede sinemada ayakta kalmak için ya
bir aileye mensup olacaksın, ya da ideolojik bir örgütlenme içinde
olacaksın.
Dört, özellikle İstanbul Film Festivali gibi,
hem dev sponsorlarla (bankalar, holdingler) yürüyeceksin hem de
Berlin, Cannes gibi festivallerin yanından geçemediğin gibi küçük
göllerde boğulacaksın.
Beş, festival filmlerini seçerken objektif
kriterler yerine, ya bunalımlı insan öyküleri ya da Türkiye'ye
küfreden filmlere öncelik verip, destansı öyküleri görmezden gelen
hastalıklı bir yapı var.
Altı, festival yönetimlerini vizyoner
insanlardan değil de kendi küçük dünyalarına gömülmüş insanlardan
seçersen olmaz.
Bu festivaller konusunda da artık şöyle düşünüyorum: Her şey
yanlışsa düzeltmekle uğraşmak olanaksız, kapatın
gitsin.
DAVUTOĞLU'NUN
SEÇİMİ
Başbakan Davutoğlu "seçim beyannamesi"ni
okurken aldığım notlar;
Bir, "Türk" sözcüğünü unutmuş olması seçim
kampanyasında eksi yazacak.
İki, seçmenlerin büyük çoğunluğunun
"hayır" dediği "başkanlık
sistemi"ne girmesi de eksi yazacak.
Üç, Erdoğan karizmasının
yerinde büyük boşluk olması eksi yazacak.
Ve. Fakat.
Dört, muhalefetin dağınıklığı ve özellikle
CHP'nin saçma kampanyası Davutoğlu'na artı yazacak.
Beş, Avrupa Parlamentosu'nun "soykırımı
tanıyın" kararına olabildiğince üst perdeden cevap vermesi
artı yazacak.
KIYIM
Fox TV küçülmeye gidiyormuş. Ve hep olduğu
gibi. Büyük maaşlar alan üç kişinin işine son vermek
yerine, küçük maaşlar alan 70 kişinin işine son
verilmiş!
Çirkin kapitalizm bunu hep yapar. Küçülürken en az maaşı alan
ama en çok çalışan insanları işten atar.
Dışarda işsiz gazeteci sayısı artarken, içerde
vicdanları sadece 24 saat sızlayıp sonra unutan yüksek maaşlı
insanlar kalır.
"SOYKIRIM" MESELESİNE BAKIŞ
AÇISI
Bir iletişimci olarak "soykırım" tartışmalarını
"vardır", "yoktur" kutbunda tartışmayı doğru
bulmuyorum.
"Sen önce kendi tarihine bak" demek de
gereksiz.
"Türkiye Cumhuriyeti kendisinden önceki devletlerin
kararlarıyla ilişkilendirilemez" dense, daha tutarlı
olunmaz mı?
Yok, "Biz Osmanlının devamıyız" dersen işin
zor.
ÇOK GÜLDÜM
Bir: Meryem Uzerli'nin filminde rol arkadaşı
Ozan Güven olacakmış! Ozan Güven'de ne tip var, ne
akılda kalan bir oyunculuk. Daha önemlisi sinema diliyle
adamın gişesi sıfır. Bu iş baştan bitik dedim ve
çok güldüm. Göreceğiz.
İki: Elif Şafak, Gülben Ergen'in kitabına önsöz
yazacakmış. Müthiş buluş. Bin yıl arasanız bu kadar birbirine
yakışan bir ikili daha bulamazsınız. Popülizmin iki
kraliçesi beni güldürdü.
Üç: Gültepe'de. Bir dernekte olay çıkmış.
Dernekteki silahlı kişilerle kapıdaki silahlı kişiler çatışmış.
Ölenler var. Bunda gülecek ne var diyeceksiniz. Şu var:
Derneğin adı "Ay Işığı Yetim ve Öksüz Çocuklar Eğitim ve
Yardımlaşma Derneği"! İnsan dernek isminin görkemine
bakınca bile burada bir iş var der, demez mi?
AKLIMDA KALAN
Hürriyet gazetesiyle ilgili bir
merak: Keşke bir iletişim öğrencisi, 11 Şubat'ta
korkunç şekilde öldürülen Özgecan'ın fotoğrafının konmadığı kaç
Hürriyet gazetesi çıkmış bir araştırsa diyorum. Gün geçmiyor ki
Özgecan fotoğrafı olmayan bir Hürriyet basılmasın. Yeter
artık, bu kadar kolay gazetecilik yapmayın demek
istiyorum.