Bu yazımı bir savunma psikolojisi ile yazıyor değilim. Başbakan Erdoğan’ın Salı günü meclis grubunda yaptığı konuşmada sarfettiği “Bizim söylediklerimizi sert bulan satılmış bazı kalemler var” mealindeki cümlesinin yarattığı töhmete ve içerdiği yanlışlıklara dikkat çekmek için yazıyorum.
Birçoğunuzun zihninden geçen “Sana demiyor ki niye üzerine alındın” cümlesini duyar gibiyim.
Fakat mesele o kadar basit değil.
Başbakan Erdoğan’ın genel olarak üslubunu eleştirenler arasında ben de varım.
Suriye meselesinde gereksiz, anlamsız, tehditkar, iyi ayarlanmamış sert bir üslup ve Türkiye’ye yakışmayan bir tutum takınıldığını da defalarca yazdım.
Peki ben bunları birilerinin adına mı yapıyorum?
Öncelikle bir başbakana böyle bir ithamı ve üslubu yakıştıramadığımı bir kez daha söyleyeyim.
Başbakana yakışan ‘satılmış kalemler’i tespit edip onları isim isim ortaya koymaktır.
Yoksa kendisine yöneltilen eleştirileri etkisiz kılmak için genel ithamlarda bulunmak değildir.
Elbette ben de birçok yazar gibi bunu üzerime almaz, duymazdan gelebilirdim.
Duymazdan gelemiyorum çünkü yaptığım eleştirileri bir cemaat, bir tarikat, bir ‘odak,’ bir klik adına değil, başbakanın doğru istikamete yönelmesi ve ülkenin selameti için yapıyorum.
Diğer taraftan siyaset de gazetecilik de ülkeyi bulunduğu noktadan bir gömlek daha ileri götürmek için yapılır. Süslü kelimelerle, dikkat çeken belagatle kişisel konumu sağlama almak için değil.
Başbakan siyaseti ülke için yapıyorsa, bizler de gazeteciliği
güzel cümleler edelim, artistik kelimelerle dikkat çekelim, kişisel
konumuzu sağlama alıp oradan paye devşirelim diye yapmıyoruz.
Biz başbakanın belagatle bazı meselelerin üzerini örtmesini,
dikkatleri başka yere çekmesini, siyaseten almak zorunda kaldığı
kararları nasıl ‘ihanet’ olarak görmüyor, öyle
sunmuyorsak, başbakan Erdoğan’ın gazetecilerin uyarısındaki
vurgulara bakarak onlara ‘satılmış’ demesinin de
ayıp olduğunu düşünüyorum.
Başbakan Erdoğan Suriye meselesinde kendisine yöneltilen eleştirilere Hz Ali’nin “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” sözü ile cevap veriyor.
Yani Başbakan Erdoğan demek istiyor ki “Esad ile dosttuk ama haksızlık yapmaya başlayınca biz de inancımızın bize verdiği ilke gereği safımızı değiştirdik.”
Peki mesele gerçekten bu kadar basit midir?
Eğer ülkeler arası ilişkiler dini aforizmalar, ilkeler, hak ve adalet üzerinden yürüyor olsaydı Başbakan Erdoğan’a yakışan sadece kendi halkına zulüm eden Beşşar Esad ile ilişkisini kesmek değil, dünyadaki bütün zalimlere aynı tutumu takınmaktır.
Öyle değil mi?
Bütün insanlığa zulüm eden, onlara yaşamı zehir eden ABD ile İngiltere ile ilişkilere ses çıkarmayıp üstelik bu ‘derin dostluk’tan memnuniyet duymak Hz Ali’nin o sözüne ters değil mi?
Susmayacağımız haksızlığı seçerek, ayrım yaparak tavır almak Hz Ali’yi mutlu eder mi?
Başbakan Erdoğan siyaseten almak zorunda kaldığı bazı tutumları meşrulaştırmak için meseleyi getirip inanç, vicdan gibi duygusal argümanlara bağlaması makbul bir davranış mıdır Allah aşkına?
Suriye meselesinde benim de içinde bulunduğum bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar gazeteci hükümetin yanlış yaptığını söyleyip durdu.
“Suriye’de işler Mısır gibi değil, orada kirli bir hesap var. Bize yakışan daha ilk günden itibaren silaha sarılan, binlerce insanın ölmesinde neden olan beynelmilel Suriye muhalefetini desteklemek değil, İran, Irak, Mısır gibi ülkelerle beraber bu sorunun çözümünü kolaylaştırıcı çabalara girmektir. Kuzey Irak’ın PKK’yı barındırıyor olması bizi ne kadar rahatsız ediyorsa Suriye silahlı muhalefetini bizim barındırmamız, desteklememiz de o kadar yanlıştır. Suriye ile bağları koparmak yanlış, tehditler savurmak gereksiz, başkalarına demokrasi ihraç etmeye kalkmak nezaketsizliktir. Daha düne kadar dostum dediğiniz birine bugün ‘katil’ demek asil bir tutum değildir. Bağıran, meydan okuyan, tehdit eden ABD, İsrail ve NATO ile aynı safta görünen bir üslupla bu işi çözemezsiniz” demek başbakana iyilik midir, yoksa satılmış olmanın bir emaresi midir?
Başbakan Erdoğan istiyor ki hepimiz en doğrunun her zaman kendisi tarafından düşünülüp bulunduğunu varsayalım. Yanlış yapma, nefsine yenilme, boş bulunma, ihtirasa kapılma gibi ihtimalleri tamamen ortadan kaldırıp olup bitene her zaman “evet tam da yapılması gerekeni yapıyor” diyelim. Böyle bir insan, böyle bir gazeteci profili olabilir mi Allah aşkına?
Esad’ın bir haftalık ömrünün kaldığını varsayarak Suriye ile bütün bağları koparanların vardıkları durak ortada.
Buna rağmen üslubu, tutumu eleştirip bunun yanlış olduğunu söyleyenlere ‘hain’ muamelesi çekmek kabul edilir bir şey mi?
Başbakan namuslu eleştiriler getirenlerle daha da şahin tutum takınmasını bekleyen neo-con’ların Türkiye temsilcisi gazetecileri birbirinden ayırması gerekiyor.
Kendisine yöneltilen eleştirilerin daha iyiye, daha sağlama,
daha faydalıya yönelmesi için yapıldığını görmelidir.
Eleştirilere biraz kulak verilseydi Suriye'de bugün düştüğümüz
açmazda olmazdık değil mi?
twitter.com/acikcenk