Başbakan Erdoğan’a asıl kötülüğü kim yaptı?

Başbakan Erdoğan’a asıl kötülüğü kim yaptı?

Levent Gültekin acikcenk@gmail.com

Başbakan Erdoğan’ın 11 yıllık iktidarı var. Kuşkusuz önemli badireler atlattı. Türkiye’de kimsenin cesaret edemeyeceği işlere imza attı.

Her zaman toplumun bütününün desteğini alamıyor olsa bile ‘ötekilerin’ hayranlığını da kazanmayı bildi.

İnsanlar kendisine oy vermese bile en azından olayı ‘nefret’ aşamasına taşımıyorlardı.

Kat ettiği mesafede Solcu, liberal, ‘beyaz Türk’ birçok kesimin verdiği desteğin payı da yadsınmaz bir gerçek.

En azından ilk yıllarda sağladığı meşruiyette önemli bir paya sahipler. Çünkü kendisi de olayı böyle algılıyordu.

Her insan gibi Başbakan Erdoğan da hata yapıyordu. Bu da gayet normaldi.

Zaten mesele ‘hata’ yapması değil bu hatalarının kendisine bir aynada gösterilmiyor olmasıydı.

Dindar muhafazakar kesimin dışındakilerin tuttuğu aynalara, mahalleli hep bir şüpheyle baktığından, mahalleden tutulacak aynaların önemi daha bir artıyordu.

Kendisine yakın duran aydınlar, gazeteciler, kanaat önderleri arasında “Gözün üstünde kaşın var” diyecek cesareti gösteren kimse çıkmadı.  Kapalı kapılar arkasında, eş dost muhabbetlerinde birbirlerine aktardıkları eleştirilerini, başbakanın yüzüne, lisan-ı münasiple söylemeye cesaret edemediler.

Aslında hepsi de meselenin farkındaydılar. Tayyip Erdoğan’ın benimsediği tarzın hem kendisini hem de iktidarı öğüten bir hal almaya başladığını biliyorlardı. Fakat söylemeye cesaret edemiyorlardı.

Çünkü iktidarla kurdukları ilişki biçimi buna müsaade etmiyordu.

Her ne yaptıysa, ne ettiyse seslerini çıkarmadılar. “Vardır bir bildiği” diyerek katıksız ve riyakarca itaati tercih ettiler.

Tek bir gün şöyle gür bir sesle ‘Abi bu da olmaz ki’ dediklerine şahit olmadık.

Kendileri bir uyarı, bir eleştiri, bir düzeltme yapmadıkları gibi bunu yapmaya çalışanları da ‘ötekileştirmekten’, itibarsızlaştırmaktan, değersizleştirmekten geri durmadılar.

Tayyip Erdoğan’a “Yapma, etme, yaptığın bu kadar önemli işi üslup ve anlamsız tercihlere kurban verme” diyenlere ise terminator gibi “düşman” muamelesi çektiler.

İşte bu sürecin sonunda yaptığı her işe olumlu bakan ‘yol arkadaşları’nın tutumu, Başbakan Erdoğan’da ‘Yatığım her şey doğrudur’ algısı oluşturdu.

Kim ne derse desin Tayyip Erdoğan’ın durumu bugün 15 gün öncesine göre daha parlak değil.

Evet belki oy kaybetmiyor. Belki oyları artıyor. Belki de kendisini destekleyenler daha büyük bir inançla etrafını sarıyorlar.

Ama karşısında olanların makul bir muhalefetken yeminli düşman, nefret eden bir topluluğa dönüştüğünü de kimse inkar edemez.

Artık Türkiye’nin küçümsenemeyecek bir kısmı, Başbakan Erdoğan’ın muhalifi değil ‘muarızı’ olmuştur.

Bunda kuşkusuz en büyük pay tam da ‘Yedirmeyeceğiz’ diyerek başbakanı bütün öfkenin odağı haline getiren yazar, çizer, danışman, aydın, kanaat önderlerinindir.

Dost diye etrafında yer alıp nimetini paylaşan, ama külfetine ortak olmayanlarındır.

Yaptığı her işi, attığı her adımı, kullandığı her kelimeyi koşulsuz destekleyenlerdir.

Bu arkadaşların yaptıkları bu istikrarlı kötülük neticesinde, cumhurbaşkanı olmak Tayyip Erdoğan için daha zor bir hal almıştır.

Belki seçilecektir. Ama huzurlu bir dönemi olacağını söylemek epey zor. Bunu hepimiz görüyoruz.

Geldiğimiz noktada Tayyip Erdoğan büyük bir açmazla karşı karşıya kaldı. Ya mesajlarını, konuşmalarını, vurgularını yumuşatıp tabanın sağlıklı düşünmesine ve belki biraz seyrelmesine razı olacak, ya da mesajlarını hergün biraz daha sertleştirerek sığınak olarak gördüğü tabanını bir arada tutmanın yollarını arayacaktır.

İşte bundan dolayıdır ki kendisine yöneltilen her eleştiriyi, itirazı aslında ‘dindar kesime’ yapılan bir itiraz ve yok etme çabası olarak gösterme gayretine giriyor.

Diğer taraftan tabanı bir arada tutmak için benimsediği hamaset ağırlıklı, ‘öteki’ne ayar veren, çatışmacılığı da besleyen üslubu hem kendisine düşman olanların sayısını artıracak hem nefretin şiddetini.

Uzun vadede bu tarzın kendi tabanını da küçülteceğini görmek için kahin olmaya gerek yok.

Peki daha farklı olmaz mıydı? Hem dindarlığını muhafaza edip hem de toplumun bütününe güven telkin edecek, desteğini olmasa bile saygısını kazanacak üslubu benimseyemez miydi?

Yaptığı onca önemli icraat, kendisine oy verenlerin sayısını artırmaya yetmez miydi?

Yanında yer alanlar vazifelerini namuslu bir tutumla yerine getirmiş olsaydı, eminim ki bugün gelinen noktadan çok daha iyi bir durumda olabilirdi.

Ne yazık ki Başbakan Erdoğan’a en büyük kötülüğü kendisine oy vermeyenler değil bilakis yanında olup da işini, yol arkadaşlığını namusuyla yapmayanlar verdiler.

Son kötülüğü de Gezi olayları sürecinde gösterdikleri akıl almaz, zekadan uzak tutumlarıyla yapıyorlar. Twitter.com/acikcenk 

Bu yazıya Facebook'ta yorum yapmak için tıklayın