Başbakan Erdoğan’ın 11 yıllık iktidarı var. Kuşkusuz önemli
badireler atlattı. Türkiye’de kimsenin cesaret edemeyeceği işlere
imza attı.
Her zaman toplumun bütününün desteğini alamıyor olsa bile
‘ötekilerin’ hayranlığını da kazanmayı bildi.
İnsanlar kendisine oy vermese bile en azından olayı
‘nefret’ aşamasına taşımıyorlardı.
Kat ettiği mesafede Solcu, liberal, ‘beyaz
Türk’ birçok kesimin verdiği desteğin payı da yadsınmaz
bir gerçek.
En azından ilk yıllarda sağladığı meşruiyette önemli bir paya
sahipler. Çünkü kendisi de olayı böyle algılıyordu.
Her insan gibi Başbakan Erdoğan da hata yapıyordu. Bu da gayet
normaldi.
Zaten mesele ‘hata’ yapması değil bu
hatalarının kendisine bir aynada gösterilmiyor olmasıydı.
Dindar muhafazakar kesimin dışındakilerin tuttuğu aynalara,
mahalleli hep bir şüpheyle baktığından, mahalleden tutulacak
aynaların önemi daha bir artıyordu.
Kendisine yakın duran aydınlar, gazeteciler, kanaat önderleri
arasında “Gözün üstünde kaşın var” diyecek
cesareti gösteren kimse çıkmadı. Kapalı kapılar arkasında, eş
dost muhabbetlerinde birbirlerine aktardıkları eleştirilerini,
başbakanın yüzüne, lisan-ı münasiple söylemeye cesaret
edemediler.
Aslında hepsi de meselenin farkındaydılar. Tayyip Erdoğan’ın
benimsediği tarzın hem kendisini hem de iktidarı öğüten bir hal
almaya başladığını biliyorlardı. Fakat söylemeye cesaret
edemiyorlardı.
Çünkü iktidarla kurdukları ilişki biçimi buna müsaade
etmiyordu.
Her ne yaptıysa, ne ettiyse seslerini çıkarmadılar.
“Vardır bir bildiği” diyerek katıksız ve riyakarca
itaati tercih ettiler.
Tek bir gün şöyle gür bir sesle ‘Abi bu da olmaz
ki’ dediklerine şahit olmadık.
Kendileri bir uyarı, bir eleştiri, bir düzeltme yapmadıkları
gibi bunu yapmaya çalışanları da
‘ötekileştirmekten’, itibarsızlaştırmaktan,
değersizleştirmekten geri durmadılar.
Tayyip Erdoğan’a “Yapma, etme, yaptığın bu kadar önemli
işi üslup ve anlamsız tercihlere kurban verme” diyenlere
ise terminator gibi “düşman” muamelesi
çektiler.
İşte bu sürecin sonunda yaptığı her işe olumlu bakan
‘yol arkadaşları’nın tutumu, Başbakan Erdoğan’da
‘Yatığım her şey doğrudur’ algısı oluşturdu.
Kim ne derse desin Tayyip Erdoğan’ın durumu bugün 15 gün
öncesine göre daha parlak değil.
Evet belki oy kaybetmiyor. Belki oyları artıyor. Belki de
kendisini destekleyenler daha büyük bir inançla etrafını
sarıyorlar.
Ama karşısında olanların makul bir muhalefetken yeminli düşman,
nefret eden bir topluluğa dönüştüğünü de kimse inkar edemez.
Artık Türkiye’nin küçümsenemeyecek bir kısmı, Başbakan
Erdoğan’ın muhalifi değil ‘muarızı’ olmuştur.
Bunda kuşkusuz en büyük pay tam da
‘Yedirmeyeceğiz’ diyerek başbakanı bütün öfkenin
odağı haline getiren yazar, çizer, danışman, aydın, kanaat
önderlerinindir.
Dost diye etrafında yer alıp nimetini paylaşan, ama külfetine
ortak olmayanlarındır.
Yaptığı her işi, attığı her adımı, kullandığı her kelimeyi
koşulsuz destekleyenlerdir.
Bu arkadaşların yaptıkları bu istikrarlı kötülük neticesinde,
cumhurbaşkanı olmak Tayyip Erdoğan için daha zor bir hal
almıştır.
Belki seçilecektir. Ama huzurlu bir dönemi olacağını söylemek
epey zor. Bunu hepimiz görüyoruz.
Geldiğimiz noktada Tayyip Erdoğan büyük bir açmazla karşı
karşıya kaldı. Ya mesajlarını, konuşmalarını, vurgularını yumuşatıp
tabanın sağlıklı düşünmesine ve belki biraz seyrelmesine razı
olacak, ya da mesajlarını hergün biraz daha sertleştirerek sığınak
olarak gördüğü tabanını bir arada tutmanın yollarını
arayacaktır.
İşte bundan dolayıdır ki kendisine yöneltilen her eleştiriyi,
itirazı aslında ‘dindar kesime’ yapılan bir itiraz
ve yok etme çabası olarak gösterme gayretine giriyor.
Diğer taraftan tabanı bir arada tutmak için benimsediği hamaset
ağırlıklı, ‘öteki’ne ayar veren, çatışmacılığı da
besleyen üslubu hem kendisine düşman olanların sayısını artıracak
hem nefretin şiddetini.
Uzun vadede bu tarzın kendi tabanını da küçülteceğini görmek
için kahin olmaya gerek yok.
Peki daha farklı olmaz mıydı? Hem dindarlığını muhafaza edip hem
de toplumun bütününe güven telkin edecek, desteğini olmasa bile
saygısını kazanacak üslubu benimseyemez miydi?
Yaptığı onca önemli icraat, kendisine oy verenlerin sayısını
artırmaya yetmez miydi?
Yanında yer alanlar vazifelerini namuslu bir tutumla yerine
getirmiş olsaydı, eminim ki bugün gelinen noktadan çok daha iyi bir
durumda olabilirdi.
Ne yazık ki Başbakan Erdoğan’a en büyük kötülüğü kendisine oy
vermeyenler değil bilakis yanında olup da işini, yol arkadaşlığını
namusuyla yapmayanlar verdiler.
Son kötülüğü de Gezi olayları sürecinde gösterdikleri akıl
almaz, zekadan uzak tutumlarıyla yapıyorlar. Twitter.com/acikcenk
Bu yazıya Facebook'ta yorum yapmak
için tıklayın